24 Şubat 2018 Cumartesi

Yaşamlar, Ekler, Kitaplar


Eskiden günlük gazeteler vardı. Haftalık, on beş günlük, aylık, üç aylık dergiler vardı. Merakla beklenip okuyucuyla buluştuğunda sevinç ve mutluluk, ışık ve umut dağıtan kitaplar vardı.

"Artık yok mu?" diye soracaksınız. Aksine çok varlar, bu yüzden de hiç yoklar. Zamanın bir anında, uzayın bir noktasında parlayıp hemen derin bir karanlığa gömülüyorlar. İnsanlardan ve dünyadan uzaklaşıyorlar. Veriler hızla artıyor. Harf ve rakam, renk ve desen, ses ve ezgi, durgunluk ve hareket kayıtları hızla büyüyor.

Eskiden bu kadar çok şiir kitabı yoktu ama şiir vardı. "Şiirin gücü, sözcüğün haysiyetini kollar" denmesine gerek kalmadan; şiirin gücü, yaşamın onurunu korurdu. İnsanlığı kucaklar, büyütür, yüceltirdi.

Eskiden de kitap ekleri vardı.

....






Kitaplar doğaya, topluma, dünyaya, evrene açılan birer kapıysa; kitap ekleri de onlara uzanan yolları gösteren haritalar olsa gerek. Ama galiba günlük yaşamdaki tüm etkinlikler gibi gerçek yolculuklar ve gidilebilecek yerler için de kolaylıkla bulunan ve herkesçe kullanılan kılavuzlar; zihinsel arayışlara çıkaracak yayınlara ulaşılmasında yeterince yardımcı olamıyor. İnsanlar gezilerinde ayrım yapmaksızın her yere gidebilirken, düşüncelerinde ve kitaplarda keskin sınırlarla ayrılabiliyorlar. Kendi alanlarının dışına çıkmıyorlar. Dil, konuşma, yazı anlamını yitiriyor. Barışın ve sevginin değeri, anlamı siliniyor. Düşmanlık ve nefret güçleniyor. Çocukları korumak için getirildiği söylenen yasaklar, çocukların geleceğini öldürüyor. Doğada en sert kayaları bile delerek filizlenebilen yaşam, toplumda karanlık duvarların arkasına kapatılıyor.

Doğada yaşam bir biçimde soluk alıp vererek yeşermekse, toplumda yaşam da bilgi ve düşünce alıp vererek büyümektir. Kitaplar ve onlara açılan kitap ekleri, toplumsal soluğun alınıp verilmesini sağlar.

....

Daha güzel yaşamlara kitaplarla gidebiliriz. Peki kendimizi, başkalarını, geçmişi ve bugünü anlamamızı sağlayacak ışıkları nasıl bulabiliriz? Konuşacağımız ve yazacağımız yeni diller bulabilir, birbirimizi dinleyebilir ve anlayabilir miyiz? Saygıya ve sevgiye dayanan bir hoşgörü dünyasında buluşup toplumsal fırtınalardan uzaklaşarak, küçük molalar verebilir miyiz? Sanatın dünyası, edebiyatın dili; buluşma noktamız ve ortak eksenimiz olabilir mi?

....


Cumhuriyet Kitap, 1 Nisan 2010.Şöyle demiş Ahmet Telli, Rozerin Doğan'la söyleşisinde.

"Bir dilin kazanılmış güzelliklerini yitirmeye gönlüm razı olmuyor."

"İçimde çırpınan kuşun hüzünlü yahut neşeli şarkısına dudaklarıma dokunan sözcüklerle karşılık vermek istiyorum, bunun şiir olduğunu düşünüyor yahut ben öyle sanıyorum. Sözcüklerin masumiyeti söyleme dönüştüğünde yerini ideolojiye bırakır."


Bu sözlerden sekiz yıl sonra Türkiye, doğanın sesine insanca karşılık verecek bir dil bulabilir mi?

....








Eray Ak, Altan Öymen'den '01 Adana' başlığı altında Altan Öymen’le 1981’de yayımlanmaya başlayıp on bir gün devam eden ve otuz yedi yıl sonra kitaplaşan röportaj dizisinin hikâyesini ve Adana’yı konuşmuş. Yaşar Kemal'in “Röportaj da bir roman gibi yaratmadır” sözünü aktararak "Adana 01’e dönersek bu bağlamda bir edebiyat kitabı mıdır, sadece bir röportaj kitabı mıdır, bir gazetecinin kitabı mıdır?" diye sormuş. Öymen şöyle yanıtlamış: 

"Yaşar Kemal’in romanlarında insanları tasvir ettiği bölümler müthiş gözlemler sonucu ortaya çıkmıştır. Kendi gözlemlerine dayanarak kalemini oynatır. İyi bir röportajcı da aynısını yapar. Bir Diyarbakır röportajı vardır mesela Yaşar Kemal’in... Kenti öyle bir anlatmış ki kente dair her şey gözünüzde birer birer canlanır. Öte yandan işsizlik kelimesini kullanmadan, tasvir gücüyle işsizlik meselesini anlatır. Hayran olduğum bir röportajıdır Yaşar Kemal’in. Romanında da aynı şekilde gördüklerinden aldığı ilhamı kendi muhayyilesinden de geçirerek verir bize. İyi bir gözlemci olunca çok iyi bir romancı da olunabiliyor. Yaşar Kemal bunun bir örneğidir."

Altan Öymen, röportaj boyunca yol arkadaşı olan Tan Oral'ın, "çizgilerinin dışında esprileriyle, bakışıyla metne de önemli katkı" sağladığını söylemiş. Önceki dönemlerde görsel malzemeyi hakkıyla yayımlama şansı bulunmadığını belirterek açıklamış:

"Tam da bu nedenle gidip gördüğümüz, konuştuğumuz insanları anlatırdık, tasvir ederdik, caddelerin kalabalığından, insanların yaşam şeklinden konuşurduk. Görsel malzeme öne çıktıkça bu anlatım olanakları azaldı. Konuşulan insanı tasvir etmek yerine net çıkmış bir fotoğrafı kullanmak pek çok şeyi anlatır oldu. Buna rağmen görüntü her şeyi karşılamıyor."

"Bu gibi röportajları demokrasinin gerçekten var olduğu bir ortamda yapmayı çok isterdim" diyen Altan Öymen'in, dileği gerçekleşmiş midir?