27 Aralık 2019 Cuma

Deliler Teknesi'nde Yaşam


deliler teknesi'nde yaşam
kasım-aralık 2019, 78

Nilgün Marmara'nın Yabancıları

Bir yabancıdan söz etmiş Nilgün Marmara bir deliler teknesinin altmış üçüncü sayfasında. Görüp tanımak ve anlamak kolay değil o yabancıları. "Yabancı"... Sen! Kimdin sen, "yaslanırken" "ışığın biberi yaramıza", kurtulabilir miydi insan yarattığı bu tuhaf evrende yabancı olmaktan? Yaşamın ölümünden? Yabancılığın acı bir öyküsünü anlatmış Nilgün Marmara, "güzdü sonsuz bir çöle takılan bakışımız" demiş, "bilmedik çekenin yanlış bir uzaklık olduğunu" demiş. "Yabancıların en yakını" onu bulabilmiş mi? Bilmiyorum. Ama Derya Balcı, "Ya sonra" diye başlayarak "Ve son engeli de aştığımızda kendimizi Marmara'nın serin sularında bulduk" demiş. Evet, "güzdü sonsuz bir çöle takılan bakışımız".

https://www.facebook.com/marmara.nilgun/
Nilgün Marmara, (13 Şubat 1958 - 13 Ekim 1987).

Edebiyat ve İntihar, deliler teknesinde

"Edebiyat ve İntihar" dosyası bir salıncakla başlamış. Salıncakta görünmeyen o kadın ve erkek, şimdi hangi zamanın uzayındalar?

Hülya Soyşekerci'nin Günlükleri

Hülya Soyşekerci günlüklerinden Ahmet Oktay'ı ve Stefan Zweig'ı getirmiş. "Yaşam yerine ölümü seçen şair ve yazarlar, Ahmet Oktay'ın dizelerinde her biri birer şiir halinde gözlerimin önünden geçtiler" demiş. 1987'de yayımlanan Yol Üstündeki Semender'i "intihar eden sanatçılar için yazılmış, derinlikli bir yapıt" olarak nitelemiş. Kitap "Beni intihar ettiler" (A. Artaud) dizesiyle başlıyormuş. Hülya Soyşekerci Ahmet Oktay'dan Epilog'la biten yapıtın son dizelerini aktarmış. "Bu kitabın adınnı andığı / ölümlerini bir bir / denemeye çalıştığı 12 insan / korkak oldukları kadar cesur / umutsuz oldukları kadar umutluydular." Sonra stefan Zweig'ın ve günlüklerinin öyküsünü ve öykülerini anlatmış. 16 Haziran 1940 tarihli günlüğünde Zweig "Hayatlarımız on yıllarca düzelmeyecek, benim önümdeyse on yıllar yok", 28 Haziran 1940'ta "Avrupa'yla birlikte ölmek gerekmez mi?" demiş. Karısı charlotte ile birlikte ölüme gitmeden önce bir mektup bırakmış. Kleist yazdığı biyografide Zweig'ın "kendi yaşamından bir şiir yaratarak" öldüğünü söylemiş. Şimdi ben, Nâzım'ın ve Zweig'ın öldüğü yaştayım. Yaşımın ve geçmişin geleceğinde yaşanacakları biliyor olmanın şımarıklığıyla sesleniyorum dünyayı 1942'de bırakan altmış bir yaşındaki Zweig'a. Ah Stefan, keşke üç yıl daha bekleyebilseydin ve "Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm" diyebilseydin.

Füruğ ve Meltem

Füruğ Ferruhzad "sessizlikti ve meltem / perdeyi uçuruyordu" demişti ve Meltem Dağcı distopik geleceklerin birinden söz ediyordu.
https://www.turkedebiyati.org/furug-ferruhzad/
https://www.facebook.com/ferruhzad.furug/

Ettore Schmitz'in Şakaları

Gönül Ocak, İtalo Svevo'nun "Kötü bir Şaka" ve Joel Kovel'in "Arzu Çağı" adlı kitaplarından ve Müge Yüksel'in Svevo hakkındaki tez çalışmasından yola çıkarak, "Bilinçaltında Gizli Bir Tutku" başlıklı bir yazı yazmış.

Zeynep Kurada'nın Sebepsiz Günü

"Sevmeye değecek bir şey yok / Yaralı kuşlardan başka" demiş Zeynep Kurada. "Sebepsiz bir gün için", "For a Reasonless Day", "There is nothing worth loving / Except wounded birds" diyebilir miyiz? Şiir çevrilebilir mi? Zeynep Kurada "İyi bir şeylerden kalan toz bulutları" diyerek havadaki seslerden ve anılardan da söz etmiş. Toz bulutları'nın birliği, bir Neruda şiiriyle anlatılabilir mi, yaşanabilir mı?

Aydın Şimşek'in Psikolojik Zamanları

Walter Benjamin'den anlatının "enformasyonun yoksun olduğu genişliğe" uzanmasıyla ilgili bir alıntı yapan Aydın Şimşek yazısında sanat tarihinin derinlikleriyle fiziki ve psikolojik zamanlarda dolaşmış. Rönesansın ilk dönemlerinden başlayarak sanatın ve yapıtlarının bilinen ve henüz pek bilinmeyen akımlara uzanan yolculuklarını anlatmış. 1960'lı ve 70'li yıllara ve sonrasına uzanmış. Yazısına kartopu yöntemiyle yazılmış bir şiir de koymuş. Psikolojik zamana dayalı anlatılarda, yaratıcı düşünce ve dilin deneysel olanağının yabana atılmaması gerektiğini söylemiş.
https://www.kanguruyayinlari.com.tr/
https://www.facebook.com/kanguruyayinlari/

Ali Günay'dan Uyulmayacak Öğütler

Bu dünya üzerinde kendisine öğüt verilmesinden ve öneriler getirilmesinden hoşlanan kaç kişi bulunur bilmiyorum ama yüzlerce, belki de binlerce yıldır "akıllar pazarda satılığa çıkmış, herkes kendi aklını almış" dendiğine göre bu tür kişiler varsa bile sayıları pek fazla olmasa gerek. Ali Günay da, kimsenin zaten dikkate alıp uymayacağını bildiği için olsa gerek, biraz uzun başlıklı bir yazı yazmış. "Öğüt ve öneriden nefret eden genç yazar ve şairlere asla uymamaları gereken öğüt ve öneriler". Zamanla, kitapla, öğrenmekle, yetenekle, ustalıkla, gelecek ve geçmişle, düşünmek ve kaygılanmakla, yeteneğe inanmakla, "ben anlatıcı" olmakla, şair ve yazar olarak tanınmakla, post modern kimliklerle, gerçekler ve hakikatlerle, sisli kurgu gerçeğiyle, tabu yıkıcı olmakla, kaosla ve gerçek ötesiyle, sözcüklerin kelimelere ve tümcelerin cümlelere dönüşmesiyle, imgelerin üst dilleri ve imgeleriyle, edebiyat etkinliklerinden nasıl yararlanılabileceğiyle, konuşmacı olmanın incelikleriyle ve romana ve başka alanlara zıplamanın önemiyle ilgili düşüncelerini yirmi maddede yazmış. Yirmi birinci ve sonraki maddeleri de genç yazar ve şairlere ve onlara öğüt vermek isteyebilecek deneyimli yazar ve şairlere bırakmış.

Ü.Gülsüm Bülbül'den Ölmeden Önce Okunması Gereken Kitaplar

Virginia Woolf 1882 yılında Londra'da doğmuş. Mina Urgan "Virginia Woolf" kitabında onun yaşamını altı bölümde incelemiş. Ü.Gülsüm Bülbül yararlandığı diğer kaynakları Erendiz Atasü'nün "Benim Yazarlarım", Hülya Soyşekerci'nin "Yazarlara ve Yapıtlara Yönelik Okumalar", Virginia Woolf'un "Bir Yazarın Güncesi" kitapları ve Asuman Kafaoğlu Büke'nin Cumhuriyet Kitap Eki'ndeki "Bir Odam Olsa" yazısı olarak belirtmiş. Bu arada galiba Selim'in veya bir arkadaşının "Kendime Ait Odalar" adını verdiği küçücük bir öyküsünde de "Gerçekten kendime ait bir odayı hiç bulamadım" gibi bir cümle yer almış ama öykünün izini hiçbir yerde bulamadım. Henüz bitiremediği için paylaşmamış olmalı.

Hatice Sönmez Kaya, Ali Günay ve Arka Bahçe'ler

"Söz Uçar" diye lafa başlayıp daha sonra Arka Bahçe'de "Eski yeni demem laf alır satarım" diyen yazarı tanıtan Hatice Sönmez Kaya, Ali Günay için şöyle demiş: "Geçmişten günümüze belletilen özdeyişleri, atasözlerini bizim bildiğimiz dışında yorumlar. Yepyeni ufuklar açar dağarcığımıza hem de bilgece." Bir arka bahçede "doğaldı doğa insan eli değdi" demiş Ali Günay. Peki insanı kim yarattı? İnsan nasıl insan olamadı?

Tansel Timur'un "Yine Hüzzam" Üzerine Çeşitlemeleri

Tansel Timur, Ş. Didem Keremoğlu'nun "Yine Hüzzam" kitabını tanıtmış. Kitabı başarıyla tanıtmakla kalmamış, bir de yazardan aldığı telefonun ve yaptığı tanıtımın öyküsünü yazmış. Ben de Ali Günay'ın uyulmayacak öğütlerine bir ek yapabilirim: 21. Sakın ha Tansel Timur gibilerin edebiyata dışarıdan bakıp önerdiği 'Yine Hüzzam' gibi geçmişe takılıp kalmış kitapları okumaya ve anlamaya kalkmayın."

Zerrin Saral'dan Sanatta Şiddet ve Trajedisi

Şiddetin sanatın bütün dallarında yaratımı tetikleyen güçlü bir tema olarak karşımıza çıktığını söyleyerek veya öne sürerek söze başlayan yazıda üç alt başlık bulunuyor. "Tragedyaların Oluşumunda Etken Mitoslar", "Artemisia Gentileschi ve Georgia O'Keffle'nin Ortak Trajik Yazgısı" ve "Garip Meyve: Kadına Şiddet Olgusunun Modern Zamanları". Yazıda Susie MacMurray'in resmiyle birlikte üç görsel kullanılmış. Artemia Gentileschi 1593-1652 yılları arasında yaşamış. Bulunduğu dönemde kadının var olma mücadelesinin simgesi olarak biliniyormuş. On dokuz yaşında tacizine maruz kaldığı kişi serbest bırakılınca, yaşadığı travma sanatına yansımış. Yarattığı Judith kendinden farklı, olgun ve fazlasıyla cesur bir kadınmış. Georgia O'Keeffe tablolarında kadın bedeniyle özdeşleştirdiği çiçekler öne çıkıyormuş. Küratörlüğünü yaptığı Garip Meyve sergisinin açılışında Hasan Bülent Kahraman Susie MacMurray için sanatçının "kadın odaklı mitolojik ve ideolojik unsurları kendi kadın algısıyla tekrardan yorumlayarak eserlerinde feminizme dair yeni bir dil oluşturmayı" başardığını söylemiş.

Esperança Camara, Gentileschi, Judith Slaying Holofernes, https://www.khanacademy.org/humanities/monarchy-enlightenment/baroque-art1/baroque-italy/a/gentileschi-judith-slaying-holofernes

Georgia O'Keeffe, Autumn Trees - The Maple 1924, https://www.georgiaokeeffe.net/autumn-trees-the-maple.jsp

Susie MacMurray, A Mixture of Frailties 2004, https://www.susie-macmurray.co.uk/images/garment-sculptures/mixture-of-frailties

Meral İpek, Ahmet Zeki Yeşil, Ümit Yıldırım, Özlem Doğan Kasırga,
Duygu Gücük Eren, Yurdagül Sarıbaş, Berrin Yelkenbiçer,Ezgi Uzgel

Meral İpek'in Onuncu Perisinin Düşleri

Bir soru sormalı "yalnızca balıklar dingin / içinde oldukları çılgın suyu / umursamayan" diyen Meral İpek'e. Gerçekten dingin mi balıklar? Büyüklerin küçükleri. Küçüklerin yaşamı. Bulamama korkusu olmadan.

Ahmet Zeki Yeşil'in Kralının Ülkesi

Binbir ülkeden tuhaf birinde yaşayan bir kralın öyküsünü anlatmış Ahmet Zeki Yeşil. Ama böyle bir ülkede yaşayan bir kralın nasıl keyifli olabildiğini ve hazinesinin değirmenlerinin suyunun nereden geldiğini pek anlamadım.

Ümit Yıldırım'ın Kütüphanecisi

İnsan bir kez Freud'un eline düşmeyegörsün, elinden kimse kurtulamazmış. Rastgele yaşıyormuşuz. Nevrotik oluyormuşuz. Tuhaf sözcükler aynı öyküde buluşmuş. "Beş yıl aynı yastıkta. Annesinin üzerinde söndürdüğü sigaranın yanık izleri. Dünyanın çivisi. Bir anne. Öz çocuğu. Anne ve babayla toslaşma. Pestil olmak. Fışkı kültürü. Çukur. Kadife kumaş. Zımpara kâğıdı. Anlak tulumbası. Meşrutiyet Dönemi. Pert olmuş biri. Roman. Bir eski zaman kitabı. Gazeteler. Kardeşim. Yaptığı haberler. Lavabo. Sessizlik. Mutfak masası. Pikapta plak. Yatak odası. Plastik nesne. Çocuk. Oyun. Yazar. Ayna. İçimdeki avgan. Portreler. Notalar. Yüzüm. Gerginlik. Eridi. Masal. Nefes. Yangın. Müzik. Sessizlik. İnsan bir kez Freud'un eline düşmeyegörsün, elinden kimse kurtulamazmış.

Füruzan Uysal'ın GoneNotGone'ı

Füruzan Uysal "zekâ robotları" için bir kullanım alanı bulmuş. Kara Ayna'nın "Hemen döneceğim" diyen ilgili bölümüyse çok daha ileriye gitmiş.
Be Right Back
Charlie Brooker, Black Mirror, https://www.netflix.com/tr-en/title/70264888

Özlem Doğan Kasırga'nın Balbal Nizam'ı

Özlem Doğan Kasırga anlatmış. "Bir şeyin peşinden koşar herkes" demiş Nizâmi-i Gencevi. Ozanmış. Kuma hasret yaşarmış. Özlem Doğan Kasırga, "bilinmeyenden korunmak için daha da bilinmeyene yol" almış. Kehkeşan'la buluşmuş.

Duygu Gücük Eren'in Deniz Manzaralı Odası

Duygu Gücük Eren kendine ait bir oda bulabilmiş olsa gerek, Deniz Manzaralı Bir Oda'yı yazmış. Kader ağlarını çekip sere serpe yatarken, bir Hülya'nın bir Haldun'u, üniversiteli kızlara "Antik Yunan Filozoflarında Erdem Kavramı"nı anlatıyormuş.

Yurdagül Sarıbaş'ın Kasabadaki Baba ve Giden Oğul Öyküsü

Gitmek. Bir kasaba, bir anne, döven bir baba, giden bir oğul, bir Funda, sonunda istemeden gelen bir oğul, öfke, uyku, acı, bir ölüm. Yaşam.

Berrin Yelkenbiçer ve Yılan

Berrin Yelkenbiçer küçük bedenlere bulaşan bıyık karalarının ve yılanların izi olmayan zehirlerinin öyküsünü yazmış.

Ezgi Uzgel'in Lolita Öyküsü ve Lolita'ları

Ezgi Uzgel iki Lolita'yı ve ikisinden birinin yeniden doğuşunu anlatmış.

deliler teknesi

https://www.kanguruyayinlari.com.tr/
https://www.facebook.com/kanguruyayinlari/

21 Ekim 2019 Pazartesi

Yalnız Gezen Kitaplar


Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar. Yeryüzünde sizin kadar yalnızım.

Galiba yaşam, ışıktan düşen ve her an parlayıp kaybolan izleri görmeye ve duymaya, koklamaya ve tatmaya, dokunmaya ve hissetmeye çalışmaktan ibaret.

Ne yazık ki hiçbir zaman insanların arasında, toprağın üzerinde yürüdüğüm ve denizin içinde yüzdüğüm kadar rahat olamadım. Bunun nedenlerini anlamak hem kolay, hem de evrenin çözülmesi en zor bilmecesini çözmek kadar zor. Aklımın içindekilerle tenimin dışındakiler arasındaki ilişkinin çelişkilerini kavrayamadığım için zor. İnsan beyninin kendi içinde dönüp durmaya ve kendini yüceltmeye ne kadar yatkın olduğunu hatırladıkça kolay.

Bir arkadaşım bizim gibi insanların bir anlamda sosyal özürlü olduğunu öylemişti.  Bu görüşünü, sosyal bir insanda insanların ve evrenin tüm seslerini aynı anda görüp duyabilme becerisi olması gerektiğine dayandırmıştı. Haklı olmalı. Eskiden beri aynı anda iki kişiyi dinlemekte ve iki işi birlikte yapmakta güçlük çekerim. Işık hızında iletişim kurabildiğimiz, çok işlemcili bilgisayarların ve bulut sistemlerinin egemen olduğu bu yeni çağda herkes gibi ben de kaçınılmaz olarak değiştim. Artık ses çok yüksek değilse, kitap okurken
müzik dinleyebiliyorum. Ama çok işlemlilik derecemin, sosyal insanlara ve yapay zekâ mucizelerine yaklaşabileceğini hiç sanmıyorum. Korkarım, toplu görüşmelerde sağlıklı ilişki kurabilmeyi hiç başaramayacağım, aynı anda yalnızca tek bir kişiyle konuşup anlaşabileceğim. Derecesini birden başlayarak iki ve daha yüksek değerlere yükseltebilen; üç, yedi, on beş ve daha fazla kişinin sağlıklı iletişim kurabildiği İkili Işık Zincirleri oluşturan sosyal dehalara hayranlıkla bakacağım.

....

İnsanın yaşamı neyse, düşleri de odur.

Işık hızında konuştuğumuz yansımalarımız da gerçek dünyadaki varlıklarımız gibi davranıyorlar. Sosyal isek sosyal, utangaçsak utangaç, düşünceliysek düşünceli, duyarlıysak duyarlı olarak ve tüm bencilliklerimizi taşıyarak; aynanın arkasındaki yansımalarımızla buluşup yaşıyoruz.

Bu yeni iletişim dünyasında konuştuğum herkese çok şey borçlu olduğumu düşünüyorum, biliyorum. Hızlı bilgi alışverişi, hızlı değişim getiriyor, insanın zenginliğini ve derinliğini artırıyor. Facebook sayfası ve Sanat Dünyası arkadaşlarımı, LinkedIn bağlantılarımı tanımış olmaktan mutluyum. Yeni iletişim dünyasının bu karmaşık ilişki zincirinde bana destek olan herkese teşekkür etmek istiyorum. 26 Kasım 2019 Cumartesi günü Ankara kitap fuarında Kanguru Yayınları standındaki buluşmamızın güzel izlerinin hep kalmasını diliyorum.

....

Galiba yaşam, ışıktan düşen izleri anlamaya çalışmaktan ibaret. Onlarla kendi dilini bulup, kendi yaşamını yazabilmekten; herkesin kendi yaşamını özgürce yazabileceği dünyalar ve hep birlikte yaşanabilecek bir evren yaratmaktan ibaret. Artık ışık hızında konuşabilen güzel insanların, birbirini bulabilmesinden ibaret.

2000+X "Uzun Bir Arayışın Kısa Öyküsü"


25 Ocak 2019 Cuma

Ama Şimdi Yaşam İçin


Şu anda ortaokul yıllarımdaki bir Türkçe dersinde olmak için neler vermezdim. Yaşamımdaki en değerli kişilerden birinin yazdıklarımla ilgili neler düşüneceğini öğrenmek, hele olursa onları okurken gözlerinde belirecek ışığı görmek beni nasıl da mutlu ederdi. Ama belirli bir andan sonra yaşam için söyleyeceğimiz tüm sözlerde yalnız kalıyoruz. Bize gerçeğin ve doğrunun yönünü gösterebilecek kimse kalmıyor. Yaşama ve kendimize, çevremize ve geleceğe karşı durmamız ve bakmamız gereken yerleri bizim aramamız ve bulmamız gerekiyor. Şansımız varsa çevremizde ışıklı, güzel insanlar oluyor. Onlarla birlikte yeni güzellikler buluyor, bu güzellikleri birbirimizle ve başkalarıyla paylaşmaya çalışıyoruz. Şansımız yoksa ışıklı güzelliklerin çevresinde örülmüş duvarların dışında kalıyoruz. Işığı asla göremiyor, yalnızca karanlığın sesini duyabiliyoruz. Işık yasaklanıyor. Israrla, kararlılıkla, önyargıyla, öfkeyle, nefretle, düşmanlıkla, akla gelebilecek ve asla düşünülemeyecek her türlü yöntemle ve kötülükle dünyadan silinmeye çalışılıyor. Geçmişin ve bugünün ışıklı güzel insanlarına sığınmaya çalışıyoruz. Geleceğin ışıklı insanlarının doğabilmesi, hayatta kalabilmesi, gelişebilmesi ve daha güzel bir dünyada yaşayabilmesi için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz.

Şu anda ilkokul yıllarımdaki bir Hayat Bilgisi dersinde olmak için neler vermezdim. Yaşamımdaki en değerli kişilerden birinin yazdıklarımla ilgili neler düşüneceğini öğrenmek, hele olursa onları okurken gözlerinde belirecek ışığı görmek beni nasıl da mutlu ederdi. Bana kendimi ve ailemi, yaşadığım ülkeyi ve dünyayı, tarihi ve bugünü akıllı gözlerle görmemi sağlayacak bilgileri topluca veren ilk insanla; tüm yaşamımı paylaşabilmek isterdim. Yaşadıklarımızı, yaşamakta olduklarımızı ve yaşayacaklarımızı birlikte değerlendirebilmek; yaşamın er ya da geç güçlünün değil haklının kazanmasını sağlayacağına onun anlattığı öyküleri dinlerken olduğu kadar inanabilmek isterdim. Ne yazık ki 21. yüzyılda bile çocuklar okul öncesi dönemlerinden başlayarak akıl almaz üstünlük kazanma savaşlarının kurbanları oluyorlar. Çocukluklarını yaşayamıyorlar. İçlerindeki ve çevrelerinden alacakları olağanüstü güzellikleri geliştirip yaşamla doya doya oynayamıyorlar. Toplumların ve ekonomilerin üzerinde oynanan politik oyunların etkisi altında ne çocukluklarını, ne gençliklerini, ne de geleceklerini yaşayabiliyorlar. Yaşamı savunanların gücü zayıfladıkça ölümün kölesi olmayı kabul edenler çoğalıyor. Ölümün önünde eğilerek yaşayanlar arttıkça çocukların yaşamın güzelliklerini görmesi ve insanca yaşamanın değerini anlaması zorlaşıyor. Işık karanlıkla sarılıp yalnızlaştıkça, geçmişin ve bugünün ışıklı güzel insanlarına sığınmaya çalışıyoruz. Geleceğin ışıklı insanlarının doğabilmesi, hayatta kalabilmesi, gelişebilmesi ve daha güzel bir dünyada yaşayabilmesi için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. 

....

Ölümün tek egemen olduğu bir dünyada şimdi, yaşam için ne söyleyebiliriz?

Galiba yeni sözler söylememize bile gerek yok. Yaşamamız, düşünmemiz, paylaşmamız, güzelliklerin değerini anlamaya ve büyütmeye çalışmamız yeter.

Kuşkusuz Semrin Şahin'lerin öğrencileri, okuyucuları ve yazarları da onları günün birinde en güzel duygularla hatırlayacaktır. Dileğim bunun çok daha güzel bir dünyada ve daha büyük acılar yaşanmadan olması; yaşamın doğanın uyumlu bir güzelliği olarak insanlar ve tüm canlılar, dünya ve evren arasında eşit haklarla paylaşılmasıdır.

2000+X "Uzun Bir Arayışın Kısa Öyküsü"
https://www.facebook.com/pg/mehmetarat2000X/photos/?tab=album&album_id=1690118181102456