17 Mart 2020 Salı

Varlık'ta Türkçenin Yolları


İki bin yılından yirmi yıl sonra, Varlık dergisinin Ocak 2020 sayısını okuyup anlamaya çalıştım. "Böyle bir dergiyi bin üçyüz kırk sekiz kez çıkarabilmiş bir ülke, hep daha iyiye ve güzele gider" diye düşündüm. Sonra, "Eğer değerini bilebilirse" diye ekledim.

Hazırladığım görsellerde yazıların biçimlerinin bozulması ilgimi gittikçe daha fazla çekiyor. Basılı kitap dergi okumanın özgün yanlarından biri de sayfaların kıvrılabilmesi. Elektronik kitapların günün birinde gerçek kitaplara tümüyle eşdeğer olup olamayacağını merak ediyorum.

Varlık
Ocak 2020, 1348
https://www.varlik.com.tr/dergiDetay.aspx?dergiID=306



"Editörden" başlığı altında "Varlık'ta 2019 yılı boyunca neler yayımladığımıza tek tek değinmemize imkân yok ama her dönemeçte bir muhasebe şart, 2020'ye merhaba derken arkamıza dönüp şöyle bir bakalım" denmiş. Dosya konularından söz edilmiş. Ekolojiden psikanalize, felsefeye uzanan yazılara yer verildiği, edebiyatın yerinin ayrı olduğu belirtilmiş.


Dergi, Özge Ekmekçioğlu'nun Çizgiyorum deseniyle açılıyor. İçindekiler bölümü ve yazılarla sürüyor.

Türkçenin İçinden Çıkmak – Selçuk Orhan

Selçuk Orhan, Türkçenin içinden çıkabilmek için, yazısına Cevdet Paşa ve Mustafa Reşit Paşa'ya kadar giderek başlamış. Ahmet Cevdet (Efendi) yirmili yaşlarının başında istanbul rüusunu almış bir müderris olarak, Mustafa Reşit Paşa'nın yenilikçi çevresine girmiş gençlerden" biriymiş. Genç Ahmet Cevdet, Mustafa Reşit Paşa'nın yönlendirmesiyle, "Türkçe kurallarını öğreten modern anlamda ilk dilbilgisi" kitabını yazmış. "Cevdet Paşa'nın "Mustafa Reşit Paşa'nın yönlendirmesiyle belirlediği bu ilkeler", "bir bakıma dil devriminin yapı taşlarını oluşturdu" demiş. Kitabın yazılış öyküsünü Selçuk Orhan böyle anlatmış. Nurullah Ataç'tan ve Dil Devrimi'nden, öncesinde ve sonrasında yaşananlardan söz etmiş. Aynı yazıda hem "sözcük", hem "kelime" demiş. Sözcükler de kelimeler kadar gerçektir, hakikidir. Mesele kelime tercihleri ya da sözcük seçimleri değil, insan olma sorunudur. Hep birlikte ve kardeşçe yaşayabilmektir, kelimelerde ve hayatlarda hep beraber olabilmektir. Belki de sorulması gereken soru, sözcüklerin de yarayı kelimelerle aynı şekilde nasıl kanatabileceğidir.

Selçuk Orhan, "Peyami Safa ya da Tanpınar gibi kimi yazarların dil devriminin getirdiği yeniliklere karşı oldukça mesafeli" kaldıklarını, "eski" denilen dilde yazılanların "90'lı yıllarda yeniden sahiplenilene kadar, muhafazakâr çevrelerin tasarrufuna" bırakıldığını söylemiş. "Sözcük enflasyonu" nedeniyle, "Eşanlamlıları çoğaltmanın dilde anlam zenginliğinden çok belirsizlik yaratacağına inanıyorum" demiş. Bu arada Necati Mert'in tespitiyle Nurullah Ataç'ın 1949'daki bir yazısına gidip sonra Feridun Andaç ve Feyza Hepçilingirler'e uzanarak öykünün hikâyesindeki "anlam kayması fırtınası" üzerinde durmuş.

"'Kuşku' ve 'şüphe' sözcükleri arasında bir ayrıma gidecek miyiz?" sorusuna kuşkuyla yaklaştım. "Şüphe" adıyla yayımlanmış unutamadığım bir kitap varken, yalnızca "kuşku" ile yaşamam zor görünüyor. "Şahsiyet" dizisini izlemiş olanlar da diğer sözcüğün kullanılması durumunda adını kişiliksiz bulabilirler. Ahlak ve aktöre uzun bir etik tartışma başlatabilir. Kelimelerin ve sözcüklerin arasından çıkabilmek kolay değil. Bu arada, Kavaid-i Osmani beni Nâzım H. Polat'ın Türkçenin Öğretimi ve Ahmet Cevdet Paşa başlıklı yazısına götürdü.

Dil Denen Kişilik Taşıyıcısı – Bâki Ayhan T.

Bâki Ayhan T. dilin belli kuralları olmadığını, sürekli ve sürdürülebilir bir değişime açık olduğunu söylemiş. "Sistem değil bir yapıdır dil, sürekli bozulan ve yeniden yapılan, tüketilip üretilen, dökülüp toplanan" demiş. Düşüncelerden ve seslerden, kalbimizden ve sistemsizlikten, dizgelerden ve kurallardan, dilsel tercihlerden, Bakhtin'den ve diyalojiden monolojiye geçmekten söz etmiş. Sözcükleri ve adları saymış. Akşam, Ahmet Haşim; ölüm, Cahit Sıtkı; karanfil, Haşim ve Edip Cansever; zaman, Tanpınar; gök, Turgut Uyar; tutunamayan, Oğuz Atay; taşra, Reşat Nuri; varoluş, Demir Özlü; serüven, Attilâ İlhan; memleket, Nâzım Hikmet. Bu sözcükler söylendiğinde bu adların bulunmadığı bir diyalogun mümkün olmadığını söylemiş.

"Duyarlıkla kurulan bir dil, yazınsal bir pedagojiyle kurulan dile göre daha organiktir" diyerek postmodern edebiyata hizmet eden yazarların romanlarındaki dilin ve kurgunun birbirine benzemesinin nedenini "kişiliksizlik" olarak açıklamış. Yapıtın merkezine insanın değil de hikâyenin konmasının ve dilin bir oyun aracına dönüştürülmesinin yanlışlığını vurgulamış. Yazarın ve şairin bazen erken olgunlukla (Rimbaud,
Orhan Veli, Sait Faik, Turgenyev...) deha seviyesine ulaştığını, bazen sürekli bir varoluş çabası gösterdiğini (Oktay Rifat, İlhan Berk, Balzac, Adalet Ağaoğlu...) söylemiş. "Dil sadece anlamı ve kültürü taşımaz; edebiyatçının ruhunu, kalbini, kafasını, hayatını, yaşama gücüne sahip anılarını da güne ve geleceğe taşır" demiş.Modernlerin ve postmodernlerin dile ve hayata bakışlarını anlatmış. Geçmişe ve yaşadıklarımıza bakınca, artık ışık hızıyla görüp konuşabildiğimiz bu yeni çağın yaşamı ve sanatı nereye götüreceğini ve gelecek yeni dilleri merak ediyor insan.

Daha da İhtiyar Balıkçı - Doğru Yazmak ve Yazım Kurallarına Yıllar Boyunca Uymak Hakkında Bir İki Not – Süreyya Evren

Süreyya Evren'in bir iki notunun içinden çıkabilmek pek de kolay değil. "Herşey her şey'e, birşey bir şey'e" başlığı altında "herşey" ve "bir şey" diye yazılan dönemlerin kitaplarını okumaktan özellikle hoşlandığını söylemiş. Türkçenin şapka kurallarındaki dalgalardan, şapkaların "mekân", "kâfi", "hikâye" ve "hâlâ" gibi az sayıda sözcükle sınırlanmış olduğunu belirtmiş. Halalarımıza hâlâ hala diyebilmemizi şapkalara borçlu olabiliriz. Öte yandan, "bugünün uzlaşmalarının heveskârlıklarına mesafe almak", "günümüzün aceleci uzlaşmalarından" uzak durmayı belki sağlayabilir.

Soruşturma, Hazırlayanlar: Selçuk Orhan, Bâki Ayhan T.

Yanıtlayanlar:
Ali Ayçil, Alper Beşe, Cengiz Asiltürk, Feyza Hepçilingirler, İbrahim Yıldırım, Murat Batmankaya,
Murat Yalçın, Nuray Önoğlu, Savaş Kılıç, Tanıl Bora

Sunuş:
Günümüz Türkçesinde eşanlamlı –sözlük açısından bire bir aynı anlamda– pek çok sözcük yer alıyor. Dil devrimi sürecinde veya daha öncesinde dilde sadeleşmeye gidiş amacıyla türetilen yeni sözcüklerin bir bölümü süreç içinde kolayca benimsenmiş. Ancak Türkçeye bu yolla kazandırılan yeni sözcüklerin benimsenmesinin yanı sıra, terk edilmesi beklenen eskiler de kullanımdan tamamen çıkmamış, korunmuş: Öykü/hikâye, kuşku/şüphe, etkinlik/faaliyet, cümle/tümce, sözcük/kelime, cevap/yanıt, soru/sual, yenilgi/mağlubiyet, yıl/sene, uyum/ahenk, kavram/mefhum, duygu/his, çözümleme/tahlil, utku/zafer...

Sorular:
1) Sözcük seçimine nasıl karar veriyorsunuz? “Dil bilinci” konusundaki fikriniz nedir?
2) Özellikle bugünün şair-yazarlarının, editör ve çevirmenlerinin bir bölümü, biri ötekinin yerini almak üzere türetilmiş bu sözcükler arasında anlam ayrımları oluştuğunu düşünüyor. Dilimizdeki bu durumun bir belirsizliğe yol açtığını düşünüyor musunuz? Size göre anlamca kesin bir ayrıma kavuşmuş ikililer var mı?
3) Bugünden başlayarak dilimizin geleceğiyle ilgili nasıl bir yol izlenmeli?

Varlık dergisinin Türkçenin çıkmazları başlığını taşıyan kapağını gördüğümde amacım dil sorunlarıyla ilgili olumlu ve olumsuz yanları, güncel gelişmeleri ve farklı düşünceleri topluca görerek nerede olduğumuz ve nereye gitmekte olduğumuz hakkında bir fikir edinebileceğimi düşünmüştüm. Gerçekten de hem kapak konusu, hem de derginin tümü emekle ve özenle hazırlanmıştı ve referans değeri taşıyan bir kaynak olmuştu. Ancak dille ilgili sorunların çözümünde ortak ve sağlıklı gelişme yollarının bulunabilmesi için daha epey çaba harcanması gerekiyor.

Okumaya ve yazmaya çalışan insanların sayısının epey artmış olmasına karşın galiba en büyük zorluk, sözcüklerin hiçbir zaman sayıların kesinliğine ulaşamaması. Harflerle kurulan dünyalarda büyük belirsizlikler oluyor ve bunların içindeki ışıkları bulmak ve karanlıklardan uzak durabilmek hiç kolay olmuyor. Dilin kemiği olmuyor ve yaraları geçmiyor. Türkçenin sorunları elbette olabilir ama ışık hızında konuşabildiğimiz küresel iletişim çağında yaşanan sorunlara bakılırsa, temel sorun herhangi bir dile ait olmaktan çok, insanların yaşadıkları çağı ve birbirlerini anlayabilecekleri ortak bir dilin henüz bulunamamış olması gibi görünüyor. Dil sorunlarının düşünülmesi ve tartışılması, iletişim sorunlarının çözülmesi için yeni olanaklar getirebilir. “Dil bilinci” ve "dilimizin geleceği" hakkında daha çok konuşulması ve yazılması, çıkmazlardan çıkılabilmesi için de önemli bir adım olacaktır.

Ali Ayçil
Aslında hepimiz bir dil bölgesi içinde büyüyoruz.

Alper Beşe
.... dilin, Francis Bacon'ın temellerini attığı, Wittgenstein'ın önce savunup sonra vazgeçtiği şekilde matematik dili gibi tekanlamlı, mekanik bir ifade sistemine dönüşme yoluna girdiği inancındayım.

Cengiz Asiltürk
Ünlü Fransız yazar Marcel Proust, kendisini dili bozmakla itham eden Fransız dilbilimcilere şöyle yanıt verir: "Ey Fransız dilbilimciler. Benim tüm eserlerimi okuyacaksınız. Fransızcayı yeniden ona göre düzenleyeceksiniz."

Feyza Hepçilingirler
Türkçeye politik yaklaşımlarla yön vermeye kalkışmamalıdır.

İbrahim Yıldırım
Günümüzde yalnızca kişiler, topluluklar, edebi cemaatler - yazınsal gruplar değil, semtler de sözcüklere farklı anlamlar yükleyen kesimlere dönüşmeye başladı.

Murat Batmankaya
Chomski'den bu yana dil gelişiminin bilişsel gelişimle paralel yürüdüğü kabul olunur. .... 6 yaşında bir çocuğun ortalama 2 bin 500 sözcük bildiği .... yeni sözcüklere alerjisi olan öğretmenler/eğitmenler ve günde 300-400 sözcükle anlaşan ebeveynler tarafından yetiştirilen .... Dilini sevmeyen bir toplum olabilir mi?

Murat Yalçın
Dil, egemenlerin at oynattığı alanlardan biri sonuçta. Salt yazın dili açısından baktığımızda 50'lerle 60'lar, 70'lerle 2000'ler birbirine ne denli uzak.

Nuray Önoğlu
Eşanlamlı sözcüklerin bolluğu dili zenginleştiriyor. Örneğin, öykü ve romanda kimin konuştuğuna bakılarak yapılmalıdır sözcük seçimleri. .... TDK büyük ölçüde otorite niteliğini yitirmiş görünüyor.

Savaş Kılıç
Benim için önemli olan kelimenin kökeni değil (iletişimsel) işlevi. .... "Dil bilinci", dil reformunun (öz Türkçeciliğin) teorik ifadesi gibi.

Tanıl Bora
.... eski dile ilgi duyduğum için, ayrıca epeydir milliyetçi-muhafazakâr ideoloji üzerine çalıştığım için, Osmanlıca lügate öteden beri meraklıyım ....

....

Mehmet Arat
Soruşturma soruları için kendi yanıtlarıma gidebilecek yolları da üç bölümde özetlemeye çalıştım.
1. Düşündüklerimle yazdıklarım arasındaki en sağlam köprüyü kuracak sözcükleri bulmaya çalışıyorum. "Dil bilinci", bireylerin bilinçlerinin toplamıyla oluşan ya da oluşamayan toplumsal bir bilinçliliktir.
2. Benim dilimle dünyanın dilleri farklı. Yalnızca yakın ve eş anlamlı olanların değil, sokakta ve her yerde kullanılmakta olan, hatta sevmediğim ve henüz bilmediğim sözcüklerin bile gerektiğinde yazdıklarımda bir yeri ve anlamı olabilir. Dilde ve yaşamda belirsizlik büyüktür. Dünyada ve evrende olduğu gibi.
3. Yaşam da, dil de su gibidir. Önünü açarsanız, yolunu bulur. Aşırı yönlendirmeye veya durdurmaya çalışırsanız, neler olacağını kimse bilemez. Doğruların ve yanlışların konuşulabileceği, yaklaşımları farklı olsa bile iyi örneklerin bulunabileceği iletişim ortamlarının çoğaltılması, bunların çeşitlilik ve yaygınlık kazanarak kapsayıcı olmaları, yanlışların ve eksikliklerin dışlayıcı olmadan düzeltilmeleri önemli görünüyor.
....

Kızılkanadın Yüzünde (Öykü) – Necati Mert

Necati Mert, bir kızılkanatta balık siyasetinden söz etmiş.

Ölüm(lülük)le Yüzleşmek – Halûk Sunat

"Bilimsel gelişmelere sığınarak ölümü tedavülden kaldırma hevesinin epeyce yol aldığı günümüzde, ölümle yaşam eşiğinde yaşanan ‘spor’ (vb.) etkinlikleri" "dikkati çekici" bulmuş Halûk Sunat. Ölümle baş etme hallerimizi Françoise Dastur'un "Ölümle Yüzleşmek" metniyle sorgulayıp Sokrates'in savunmasına değinmek istemiş. Fütursuzca fütürist demek yerine "gelecekçi ('fütürist')" demiş. Dastur'dan içinde "intihar kendini öldürmek değil belki de ölümü atlatma, ondan yakayı sıyırma çabası olarak düşünülebilir" diyen bir alıntı yapmış. Dünyanın çıkmazlarından kurtulmak kolay görünmüyor. Platon'dan Spinoza'ya ve Kant'a uzanmış. İnsanın ölümlü varoluşundan söz ederek "Ölüm bir hakikatse" demiş oysa ölüm yaşamın gerçek olamayacak kadar önemli bir parçası gibi görünüyor. Halûk Sunat sonunda Sokrates'in duruşmasına gelmiş. Sokrates'in
"ölümü, felsefe yapmadan yaşanacak hayata tercih" ettiğini söylemiş. Yirmi birinci yüzyılda, Sokrates'in milattan yüzlerce yıl önce söylediklerine ekleyecek aslında pek de fazla bir şeyimizin olmaması şaşırtıcı. Galiba yaşam değişse bile ölüm hep aynı kalıyor. En azından şimdilik.

İBB Şehir Tiyatroları Ocak 2020

Oyunlar duyurulmuş.

Küçürekler, Epizotlar, Anlar (Öykü) – Levent Karataş

Bir öyküymüş "Küçürekler, Epizotlar, Anlar". Levent Karataş "Smile & Go!" demiş. Gülümsemeli ve gitmeli. Peki nereye? Fransa Günlüğü'nde "tren Rimbaud'nun duyum şiirindeki, mavi yaz akşamlarının patikalarından" geçip Paris'e varmış.

Tüyap Fuarları

Kitap fuarları duyurulmuş.
Kitap ve Sanat, 2020, https://tuyap.com.tr/fuar-takvimi?keyword=&year=0&month=0&industry=kitap-sanat&faircenter=&sayfa= 

Nesnelerin Dili – İlyas Tunç

"Bilgi, son hamle gelmeden elde edilmesi gereken en değerli şey; satranç tahtasındaki altmış dört karenin her biri için bir öncekinin iki katı buğday tanesi biriktirmek gibi. Mümkün mü? Ömür yetmez! Şövalyelik, mümkün olmayanın peşinde koşmak değil midir zaten?"

Uzayda yer tutan her şeye nesne diyebilirsek, İlyas Tunç yazısında dört nesneden söz etmiş. Yaşamı ve ölümü anlatmış. Satranç tahtası, vantuz, ceset ve kredi kartı. Ingmar Bergman'ın Yedinci Mühür filminden, vantuzla gelip giden hayattan, Ganj'ın külrengi sularından ve küllerin süpürülmesinden, Frank McNamara'dan ve tılsımlı bir nesneden kesitler getirmiş. "İnsanlar ikiye ayrılacak" demiş.

Sana Bir Gökyüzü Daha (Şiir) – Nur Saka

Nur Saka "can dostum Enver Ercan'a" diyerek bir yaşam ve ölüm öyküsü anlatmış, "sana bir gökyüzü daha lazım / sana bir hayat daha..." demiş.

Salih Bolat ile Söyleşi – Cenk Kolçak

Cenk Kolçak, Salih Bolat ile söyleşmiş. Salih Bolat "Şiir inanmaz, bilmek ister" sözleriyle insanın anlamını aramış, "İnsan çevresi ile birlikte, onu kuşatan doğayla, canlı-cansız (....) nesnelerle birlikte anlamlıdır" demiş. İlhan Berk'in Nâzım Hikmet şiirleri için bir yerde getirdiği "vıcık vıcık insan" eleştirisinden söz etmiş. İnsanın öncesinde ve sonrasında, içinde ve dışında koskoca dünyalar ve büyük bir evren elbette olabilir. Yine de insanın insan olamamasının nedeninin, doğanın kendini yaratmak için yarattığı insan olduğunu sanmıyorum. Bir şairin "vıcık vıcık insan" demiş olabileceğine ve diyebileceğine inanmam çok güç. Salih Bolat şiir eleştirisi hakkında da konuşmuş, politikaya ve ideolojiye değinmiş.

"Şiir eleştirisi yapabilmek için estetik, dilbilim, tarih, sosyoloji, felsefe, edebiyat tarihi, psikoloji, sanat tarihi bilmek yeterli değildir; imge yapma süreçleri, sözcük ideolojisi, metaforik gerçekliğin hakikatle ilişkisi, sözcüklerin nesnelerle ilişki düzeyleri ve biçimleri, aşk, yalnızlık, ölüm, kavga, düş vb. bir yığın şeyle ilgilenmek gerekir."

"İnsan politik bir varlık değil midir?" diye sormuş. İki bin beş yüz yıl önce Aristoteles'in bu soruya "evet" dediğini belirtmiş. "İnsan eğer toplumsal bir varlıksa, aynı zamanda politik olur"  "ne kadar şiir varsa o kadar ideoloji vardır" demiş.

Ayrıksı ve Tanrısal: Proust’un Yüzyılı – Gülüş G. Türkmen

Gülüş G. Türkmen yazısına "Proust eşcinsel romanın yaratıcılarından biri" diyen Lagarde'dan bir alıntıyla başlamış. Ardından "Kayıp Zamanın İzinde" kitabı ve Fransızca öğretmeniyle ilgili bir anısını aktarmış. Anatole France ve Alfred Humblot'dan iki alıntı yapmış, sonra "André Gide'in Proust'u yayımlamayı reddettiği rivayet edilir" ve "dev yayınevi Galimard, dev Proust'u ıskalamıştır" demiş. Sorusunun yanıtı "bir adamın uykuya geçmeden önce yatağında nasıl dönüp durduğuna dair otuz sayfa okumanın kime faydası var?" diyen Humblot'nun sorusunda gizli midir bilmiyorum. Ama aktardığı anıdan ve belirttiği kaynaklardan Proust'la ilgili düşüncelerini Fransızca metinlere dayandırdığı anlaşılan Gülüş G. Türkmen, dergideki beş sayfalık yazısında, binlerce sayfalık bir evrene uzanan bir kapıyı açmış. Türkmen'in Proust'u sevmeyenler arasında yer alan Louis Ferdinand Céline'den yaptığı alıntıdaysa otuz değil "üç yüz sayfa çok fazla" denmiş. Gülüş Türkmen "Ana kuzusu" başlığı altında; "bir madlen kekinin uyandırdığı etkiyi sayfalar boyunca irdeleyebilen" Proust'un mutsuzluğunu, çocuksu ve kırılgan dünyasını anlatmış. Seçtiği sözcükler ve çağrışımları, Proust'un dünyasından izler getirmiş. İhtiyaç, oda, yatak, loş, kalem, kâğıt, haz, psikanalist, mimar, ekonomist, marjinal fayda, nefes darlığı, geniş cümle, gece, son, karamsar, uyanık, güçlü, çıkmak, Tanrı, uzak, aşkınlık, Pascal'ın yakarışı, kusurlu vücut, Proustizm, türetilmiş, kelime, yaşamın anlamı, anne öpücüğü, madlen keki. Proustoloji. Bu konuyu araştıran bir bilim dalı var mıdır?

Gülüş G. Türkmen "Saplantılı ve sapkın" başlığı altında; Marcel Proust'un "Kayıp Zamanın İzinde" kitabını şöyle tanıtmış: "Kayıp Zamanın İzinde" ben diliyle açılır ve romanda tam üç kez anlatıcının adının “Marcel” olduğu zikredilir. Ama bu Marcel, Marcel Proust değildir, çünkü protagonistin astım derdi yoktur ve heteroseksüeldir. Hem utangaçlığı hem de eşcinselliğin toplum içinde kabul görmeyişi, Proust’u cinsel yönelimini romanlarında örtülü ve kendinden uzak tutmak kaydıyla ele almasına sebep olur. Kayıp Zaman’daki Albertine Simonet karakterine yazarın tutkulu aşkı Alfred Agostinelli’nin model olduğu düşünülür: İkisi de tutsaktır ve ikisi de kaza sonucu hayatını kaybeder."

9 Ekim 2019'da "yazarın gizli kalmış dokuz öyküsü daha" basılmış. Michel Schneider ise, Proust olamayacağını "bunların boş heves olduğuna kanaat getirip, sevilmeyi yayımlanmaya yeğledim" diyerek belirtmiş.

Behçet Necatigil'in Dost Meclisleri

Behçet Necatigil'in günlük yaşamındaki incelikleri ve dostlarıyla ilişkileri, "Dost Meclislerinde Kasideler" kitabında toplanmış.

Türk Sinemasının Sessiz Dönemlerinde Anlatım Denemeleri – Burak Süme

Burak Süme sinemanın "ulusal kimliğimizin keşfi ve tanımlanması için önemli bir aktarım aracı olarak" kullanıldığını söylemiş. Sinema kuramcısı James Monaco'dan; filmlerin biçiminin devrimci, içeriğinse "geleneksel değerlerin tutuculuğuna sahip" olduğu anlamına gelebilecek bir alıntı yapmış. Yazısında donanma mecmuasının birbirine çok benzeyen iki kapağı yer almış. Burak Süme "derginin her iki sayısını da tarih sıralamasına göre yan yana getirip incelediğimizde, kafa karıştırıcı bir durumla karşı karşıya kalırız" demiş. Harflerin ve rakamların, görüntülerin ve seslerin arasında; zamanda kaybolmadan dolaşabilmek gerçekten zor. Burak Süme yazısında Fuat Uzkınay'dan, Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı filminden, sinemanın anlatım potansiyelinden ve "sinema" ile "politika" ilişkisinden de söz etmiş.

Kişisel Yaşantıdan Kadınlık Hallerine Aslı Serin Şiiri – Sibel Yılmaz

Sibel Yılmaz, Aslı Serin şiirini yazmış: Kadının bedensel arzularından ve isteklerinden dolayı ayıplandığı, cinsiyet eşitsizliğinin gündelik hayatın her alanında görünür kılındığı ve şiddetin gittikçe arttığı bir ülkede korkmadan, güçlü bir sesle “ben buradayım” diye haykıran şiirler yazar Aslı Serin. Yılmaz, ayrıca "Ancak klişeyi yıkarken zaman zaman yine klişelere başvurması, gündelik dilin sınırlarına fazlaca hapsolması ve kafiye yapma merakına düşmesi; Serin şiirinin en büyük handikapları olarak görülebilir" demiş.

Şiir yazabilmekten henüz umudumu kesmediğim üniversite yıllarımda Fortran dersi aldıktan sonra ben de "Bilgisayar Şiirleri" yazmaya başlamış ve biraz yazmıştım. Sibel Yılmaz'ın Aslı Serin şiiri üzerine yazdıkları arasından yansıyan ayrıntılar bile, nasıl bir dünyada yaşamaya başladığımızı gösteriyor. Mesajların kime ve nasıl gönderilebileceğini bulmak artık hiç kolay değil. Evren henüz olmasa bile, dünya iletilemeyen "bu benim.zip" ve "aktarim hatasi.doc" dosyalarıyla kaplanarak; Jacques Lacan'ın "İletişim bir iletişimsizlik düzeneğidir" sistemini kurmuş.

Sibel Yılmaz, Aslı Serin şiirinin güncel sorunlara açıldığını belirterek "gayret kuşağı" ve "anitsayac.com" örneklerini vermiş. Ataerkil düzenin Serin şiirinde aşılmaya çalışılan "Lacan'ın ifadesiyle söylersek bilinç dışına yerleşmiş" "simgesel baba" kavramından ve otoriter erkek şairlerden söz etmiş. Kadının "kendi varlığını savunmaya çalışırken babayla hesaplaştığı kadar anneyle de mücadele" ettiğini söylemiş.

Haydar Ergülen’in “Afrika Semahı” Şiiri Üzerine – Adnan Gül

Adnan Gül, Haydar Ergülen’in “Afrika Semahı” şiiri Üzerine uzun bir yolculuğa çıkmış. İlhan Berk'in "ölüme çalışın çocuklar" sözü "hissetme manasında" onu epey uğraştırmış. "Evrenin belalısı" ve "eksikliği" "netlik" kavramından, Neşet Ertaş'ın "Gönülden gönüle bir yol vardır görünmez" diyen sesinden söz etmiş. Yazının Haydar Ergülen’in "2017 yılında ilk basımı yapılan 'sen güneş kokuyorsun daha!' isimli" "şiir kitabının yüzü suyu hürmetine" olduğunu söylemiş. Haydar Ergülen 2018 Çukurova Kitap Fuarı'nda kitabını Adnan Gül'e, onun "Müsvedde" adlı kitabını hatırlatan, "bu da benim 'Müsveddem' olsun!" notuyla sunmuş. Haydar Ergülen'in şiirine giderken "Bizleri böylesine benzer ve çoklu külliyat içerisinde, .... 'hafız ile semender' buluşturdu diyebilirim" demiş. "Evrendeki her yapılmışın hakikat karşısındaki yeri müsveddedir çünkü...", "Bütün maksat .... incitmeden 'hayatı' işlemek", "İnsan Kısadır", "harflerinden de kısaymış aşk", "zaten kaç harfli ki insan" diye eklemiş. Deste Başı şairlerini ve Bal Arısı ailesini, elli altmış bin arı içinde tek ve biricik" olan Kraliçe Arı'yı, "bal dediğimiz" "mucizevi ürünü", "iç gösteren kumaşa sahip Haydari insanları", "madde ve mananın enerji ekseninde var olduğu" ve 'İyilik' kavramını, "ilk şairlerden Aziz Augustinus'un hakikat ve gerçeğe dair nice görevler üstlendiğini", "arı ailesindeki gibi fayda ve uyum enerjisini hayata ve üretime dönüştürme çabası içinde olduğunu" anlatarak "hukukun geçerli olduğu varsayılan zavallı dünyanın hali" ve "'Kurmali Elitist'ler ya da 'Kapsamlı Cehalet'i benimseyenlerin şekillendirdiği günümüz anlayışı" konusuna gelmiş. Edward Said'in "amatörlükten uzaklaşanlar" için kullandığı "diplomalı bilirkişi kültü" hakkında bır alıntı yapmış. Haydar Ergülen'in Seyhan Erözçelik'i selamlayarak başladığı 'Afrika Semahı' şiirini yorumlama çabasına girmiş. Jean Genet'in "Bir toplumda yazdıklarınızı yayımladığınız anda siyasal hayata girmişsiniz demektir" sözünü aktarmış.

"Şiir düşkünü Haydar Ergülen'in 'sen güneş kokuyorsun daha!' kitabında ter alan şiirler, bir yanıyla çok renkli dil cümbüşü ziyafeti, diğer yanıyla kirli politikaların oluşturduğu insanlık hasarına tutulu meşalenin ışıttığı bire birliğin sarsıcı özetidir. Altı bölümün de bu gerçeklik temelinden güç aldığı görülür."

"Afrika Semahı": "Bir şiirimde Afrika geçsin istiyorum! Afrika'yla şiirden semaha dönmek istiyorum!"

"terzisiydin fikrimizin, hüneriydin inceliğin, bir yanı eski Fatsa bir yanı kadim Afrika olanın"

"Afrika, Asya ve Latina... yağmurla selamlıyorum sizi, ...."

"'Üvercinka' şiiriyle çizdiği kıta coğrafyasına ait insan dramlarının ortasında Cemal Süreya'yı, 'Afrika Semahı'na katılan Haydar Ergülen'i duyup da duymazdan gelen gayrılığa ayarlı bir dünya..."

Adnan Gül yazısında Semah, İkinci Yeni, Fikri Sönmez, Hopa, Metin Altıok, Metin Göktepe, Laterna Magic, Ingmar Bergman, Simurg, Nuh'un Gemisi, Yusuf'un Kuyusu, Folon, Apoyevmatini, Abderrahmane Sissako, Baobab Ağacı ve Turgut Uyar hakkında kısa bilgiler de vermiş ve "bağlamlar 'Afrika semahı' şiirine yaklaşım kılavuzu olarak düşünülmelidir" demiş. Haydar Ergülen'in "Afrika Semahı" ile "umutsuzluğa yenilmiş kıtanın yerinde eli, beli, dili" olduğunu söylemiş.

Banu Özyürek Öykülerinde Ötekine Karşı Bir Zırh: “Poz” – Hande Balkız

Hande Balkız, Banu Özyürek Öykülerindeki yolculuğuna Sartre ve John Berger alıntılarıyla başlamış. "Görülmüş olmak", "görülebilir olmak", "görüntü dili", "öbür duyumlardan gelen algılar" kavramlarına değinip Berger'e atıfta bulunarak; insanın "kendi imge dünyasını ve düşünme yeteneğinin uzamını" kavrayarak "dünyayı ve kendini anlamlandırmaya" başladığını söylemiş. Yine de insanın yeteneklerinin uzamlarını kavrayarak insan aklının gördüklerini ve görebileceklerini görebilmek, "uzamın fiziksel varoluşun şartı" olduğunu anlayanlara katılabilmek pek de kolay görünmüyor. Kitabın ilk öyküsü "artık gözler yok" diyerek başlıyormuş. Gözlerini görmek için kullananların sayısı çok fazla olmayabilir ama gözlerin olmadığı bir dünyayı düşünmek bile korkunç. Ama öyküde gözler varmış. "Sadece seninkiler -ben izin verdiğim sürece bakabilen, görebilen seninkiler- ve -koşulsuz şartsız- benimkiler." Balkız yazdıklarında "tüm mikroskobik iktidarlara gönderme yapan göz/bakış -hem sanatsal planda hem gerçeklik düzleminde- insanlık tarihinin başından yaşamın birçok alanında hissefilir" diyerek Michele Foucault'ya da yaslanmış. John Berger'in kitabının adı "Görme Biçimleri" ama "Görmeme Biçimleri" için olduğu kadar, "Görülme Biçimleri" için de önemli bir kaynak olduğunu düşünüyorum.

Kitap hakkında verilmiş şu özet Poz'un ve pozların görülmesini sağlayabilir mi bilmiyorum:

"Dünyanın/ötekilerin seslerini bastırmaya çalışan iç seslerin hâkimiyetinde ilerleyen Poz öykülerinde çatışma bakışlara direnmenin içsel dinamikleriyle güçlendirilir. Yazar; gündelik hayatın akışında, seslerin, görüntülerin, yığınların arasına katılan kişilerin davranış örüntülerini an’lara odaklayarak parça parça aktarır. Geçmişin, çocukluğun, ailenin, gölgesinde kaybolmamaya çabalayan öykü kişilerinin korkularının karşısına dikilip kalmaları; hayallerini, heveslerini dünyanın eylem diline çevir(e) meyişleri, durağanlıkları dikkat çeker. Karar veren ancak harekete geçemeyen, izleyen, düşünen, kahramanların yalnızlık ve korkularıyla yüzleşmeye çalıştıklarındaki kaçınma alanını ise poz vermek oluşturur. ‘Mış gibi’nin insanî yanılsamasına sığınan kahramanlar; korkmuyormuş gibi, yalnız değilmiş gibi, altını ıslatmamış gibi, sevdiği kişiden ayrılmamış gibi, ölmeyecekmiş gibi görünürler."

Stuttgart’tan Kiel’e Almanya Notları – Deniz Özbeyli

Deniz Özbeyli, Türkiye ve Almanya'nın son yüz elli yılda içli dışlı olduğundan söz etmiş, "Sanattan devlet idaresine .... pek çok alanda kesişme noktalarımız var" demiş. Alman Otto Liman Von Sanders Paşa, Ömer Seyfettin ve Fon Sadriştayn, Alman Kayzeri II. Wilhelm, Osmanlı Sultanı Abdülhamit, Sultanahmet'teki çeşme, Fakir Baykurt'un Duisburg Treni, Dede Korkut Masalları ve Dresden gibi adlara yer vermiş.

Yeni Şiirler Arasında – Şeref Bilsel

Yeni Öyküler Arasında – Jale Sancak

Şeref Bilsel Baudelarie'den "Saygıdeğer yalnızca üç varlık vardır" diyen bir alıntı yapmış. Jale Sancak "Sabahattin Ali'nin öyküleri hep merhamet, hep vicdan" demiş. Selim vicdan pusulalarını düşünmüş, Hanende Melek'i ve Hüseyin Avni'yi bir kez daha hatırlamış. Yeni şiirler, yeni öykülere karışmış.

Güz de Biter (Şiir) – Ulaş Bager Aldemir

Sokaklar Gerindi (Şiir) – Gürsel Bektaş

Bir Ben Bir Düş (Öykü) – Gülru Pektaş

Tunç Çağı (Şiir) – Hatice Sabah

Kesik Bacak (Öykü) – Ahmet Rıfat İlhan

K-e-ş-k-e (Şiir) – Umut Çiflik

Varlık Kitaplığı ve Diğerleri

“Taşın Altındaki El” / Nassim Nicholas Taleb – Branko Milanovic

Âba Müslim Çelik ile “İlhan’ın Paltosu Kanlı” Üzerine Söyleşi – Ozan Öztepe

“Ben û Sen - Bir Memleket Mekânı” /Ahmet Çakmak – Şirvan Erciyes

Fatma Nur Kaptanoğlu ile “Homologlar Evi” Üzerine Söyleşi – Merve Kırman

Alper Çeker ile “Rus Modernizmi” Üzerine Söyleşi – Çetin Çağlayan

Enes Kurdaş ile “Sevgili Kardeşim Ben” Üzerine Söyleşi – Yavuz Türk

“Peri Kızı Af Buyrun” / Polat Özlüoğlu – Münire Çalışkan Tuğ

Merve Yakut ile “Godard Makinesi” Üzerine Söyleşi – Gökhan Gök

“Güzel Günlerimiz Oldu” / Sami Karaören – Z. İrem Gönül   

Şiir Günlüğü – Gültekin Emre   

Küresel Haberler... – Zeynep Şen