3 Nisan 2020 Cuma

Uykusuz Bir Çağ


İki binden yirmi yıl sonra bir derginin tuhaf kapağı dikkatimi çekti.  Yaşamaya ve gülmeye uzun süredir ne kadar uzak olduğumu düşündüm. Ne yazık ki kapak çok acı bir geleceksizliği anlatıyordu ve aslında gülünebilecek hiçbir yanı yoktu. Öne eğilmiş, yüzü belirsiz iri bir adam "Büyüyünce ne olacaksın bakalım?" diye soruyordu. Yuvarlak kafasından kim olduğu anlaşılmayan kollarını yana sarkıtmış küçücük bir çocuğun balonundaysa "Böyle giderse ya şehit ya mülteci" yazıyordu. Yine de elimde olmadan gülümsedim. Bir umut vardı çocuğun görünmeyen yüzünde ve sessizce "Başka bir yolunu bulacağım ben" diyordu. Uykusuz günlerin ve gecelerin ürünü olduğu belli olan bir derginin altı yüz elli üçüncü bölümüyle böyle tanıştım. O sırada kara Korona bulutları dünyaya henüz çok yayılmamıştı ama her yerde bir karanlık olduğu da sezilebiliyordu. "Önemli olan geceyi sabahın mutlaka geleceğini unutmadan yaşayabilmek olmalı" diye düşündüm.

Gülmeyi bilen ve yaşamı seven insanların içlerindeki neşeyi daha çok duyurabilmeleri dileğiyle.

https://www.facebook.com/UykusuzResmi/
https://twitter.com/UykusuzDergi
https://www.instagram.com/uykusuzdergisi/
https://www.uykusuzdukkan.com.tr/

2 Nisan 2020 Perşembe

Ecinniler Yirmi Birinci Yüzyılda


İki bin yılından yirmi yıl sonra, yeni bir dergi çıkmış Türkiye'de. Adını on dokuzuncu yüzyıl Rusya'sının bir yazarının bir kitabından alan.
Ecinniler Dergi 10 Aralık 2019'da profil resmini güncellemiş. Bu durumu Naile Dire, Sevgi Can Yağcı Aksel, Mine Güleşken Aslan ve dört başka kişi beğenmiş.
Dergiyi ve yaşamın güzelliklerini arayıp bulup okuyup seven insanların çığ gibi büyümesi dileğiyle.
Ecinniler, Ocak-Şubat 2020, Sayı: 1
https://www.facebook.com/ecinnilerdergi/photos/a.102512607914330/102515401247384/?type=3&theater 




"Ecinniler 1. sayısıyla yarın İstanbul, önümüzdeki hafta diğer illerimizde raflarda! Satış noktaları ve Shopier'e ilişkin bilgiler için takipte kalınız!"
"Yayın Kurulu: Çağla Çinili, Gökhan Arslan, Tunca Çaylant"
"Tasarım: Yavuz Türk"
Bir sunuşla yayın yaşamına başlamış Ecinniler dergisi. "Her insan ilkokula başladığı zamanı hatırlar. Bir de Dostoyevski'yi ilk okuduğu zamanı." Bu sözün Borges'e ait olduğu söylenmiş. Gogol'ün ve Franz Kafka'nın, Ecinniler romanına şiirinin adını gönderen Puşkin'in adları anılmış. Bir soru takıldı aklıma. "İlkokula hiç başlamamış ya da başladığını unutmuş, Borges'le Dostoyevski'nin adlarını bile duymamış kaç kişi kalmış olabilir; yirmi birinci yüzyılın bu yirminci yılında?"
https://www.facebook.com/ecinnilerdergi/photos/a.103669594465298/119388396226751/?type=3&theater
https://www.facebook.com/ecinnilerdergi/



21. yüzyılın 20. yılında yayına başlayan bir derginin İnternet'le gelenleri ve gidenleri sorgulaması ve dosyayı Semih Gümüş'le yapılmış bir söyleşiyle açması şaşırtıcı olmasa gerek.

Dosya: Edebiyatın İnternetle İmtihanı


Semih Gümüş'le Söyleşi | Çağla Çinili

Çağla Çinili konuya "Notos gibi basılı bir dergi varken" "Oggito fikri nasıl ortaya çıktı?" sorusuyla girmiş. "Oggito, Notos'tan tamamıyla bağımsız, kendi amaçları ve olanaklarıyla var olmaya çalışan bir içerik sitesi" imiş. Gümüş; dijital dergilerin zorluklarından ve K24 gibi iyi bir örnek olduğu halde istediği gibi bir dijital dergiye rastlamadığını, "100 yıl sonra da okunacak nitelikte içeriklerin bir arada toplandığı ve zamanla adeta büyük bir bilgi bankasına bir içerik sitesinin hayalini" kurmuş olduğunu söylemiş. Oggito ismi uydurmaymış ama bende Cogito gibi "cognition" çağrışımı yaptı. Doğumla ölüm arasında herkesin kendi gerçeğini aradığı bir dünyada bilebilmek ve unutabilmek gerçekten çok önemli. Tureng'e göre "cognition", "bilme yetisi", "bilişsellik", "idrak", "bilme", "kavrama" ve "bilgi" gibi anlamlara geliyormuş.

"21. yüzyılın yükselen sesi" denilen öykü artık "basılı dergilerde ya da internette en çok okunan tür" olmuş. Oggito.com'da da her gün bir öykü yayımlanıyormuş ve 1000'den çok öyküye ulaşılmış. Notos Kitap, e-kitap hazırlayan ilk yayınevlerindenmiş. Semih Gümüş, basılı bir kitabın estetik bir nesne olduğunu, dijital kitabınsa böyle olmadığını düşünüyormuş. Elektronik kitaplar için hazırlanmış "exlibris" örnekleri olup olmadığını merak ettim.

Çağla Çinili, Semih Gümüş'e "kitap ve yazı atölyelerinde göze çarpan" artışla ilgili düşüncesini sormuş; "büyük bir yararı olduğunu düşünüyorum" yanıtını almış. Çalışma "karşılıklı konuşmaya, tartışmaya, anlamaya ve yorumlamaya dayalı" imiş. Bu çalışmayı online yapmak kolay değilmiş ama İstanbul dışındaki şehirlerden gelen istekler üzerine "Notos Yaratıcı Yazarlık Atölyesi" bir buçuk yıl önce online yapılmaya başlanmış.

http://notoskitap.com/semih-gumus/
http://notoskitap.com/notos/
http://notoskitap.com/kitap/

https://oggito.com/yazarlar/semih-gumus/4
https://oggito.com/yazarlar/oggito-yazarlari
https://oggito.com/

Dijital Çağda Edebiyat | İrem Uzunhasanoğlu

İrem Uzunhasanoğlu, Shakespeare, Dante ve John Milton'dan Black Mirror dizisine; Max Brod, Kafka, Emily Dickinson, James Joyce ve eşi Nora'ya, Murat Gülsoy ve Leyla Erbil'e, Göbeklitepe ve Luvr Müzesi'ne, Floransa ve Japonya'ya, Freud'e, Amerika ve Kanada'ya, Trump ve Margaret Atwood'a, The Guardian ve New York Times'a, aşk mektuplarına ve e-kitap ve e-postalara, Ahmet Arif'ten ve öğretmenlik yaptığı okuldan  kurdukları Mevzu Edebiyat isimli siteye uzanarak "hâla bir kitaba dokunarak, altını çizerek okumayı seven" kuşaktan olduğu halde "dönüşümün şart olduğunu" kabul ettiğini söylemiş. Nasıl bir dönüşüm olacağını henüz bilmiyoruz ama insanın büyük sınavı, ışık hızında tüketirken doğayı ve yaşamı koruyabilmenin ya da yavaşlamanın bir yolunu bulmak olabilir mi?

Ekran Çağı, Internet ve Şiir | Enver Topaloğlu

Enver Topaloğlu, Mustafa Arslantunalı'nın Teknopolis kitabının nelerden bahsettiğinden, Kasparov'la satranç oynayan bilgisayardan ve bilgisayara şiir yazdırma denemelerinden, "Her ayın son cumartesi günü internet üzerinden ücretsiz dağıtılan şiir dergisi Cumartesi'den söz etmiş.

Teknoloji ve Sınırları Aşan Edebiyat | Gülçin Tuğba Nurdan

Gülçin Tuğba Nurdan, Latife Tekin'in "Her şey alt üst olurken edebiyat yerinde duramazdı" sözünü aktarmış. Ayrı ve bitişik yazılan sözcükler, zaman zaman benim de kafamı karıştırıyor. Dil Derneği'nin yazım kılavuzuna baktım. Teknoloji ve küreselleşmeyle artık sınırları hiç tanımayan sözcükleri düşünerek biraz daha altüst oldum. Nerede olduğumuzu anlamakta, elektronik kitaplar ve dizüstü edebiyatla nerelere gidebileceğimizi hayal etmekte zorluk çektim. O sırada, Korona virüsü sınırları aşarak küresel köyün her yanını henüz böyle kaplamamıştı. Kısa bir süre sonra elektronik kitap almanın ve okumanın daha güvenli olduğunu düşünebileceğim, aklıma bile gelmemişti.

Hakikî ve Kitabî Can Yücel, Sahte ve Sanal Can Yücel'e Karşı | Semih Çelenk

Semih Çelenk, Can Yücel'i "kaybedişimizin 20. yılında bir kamu hizmeti olarak çoğunu" kendisinin saptadığı "ama sosyal medyada farklı kişilerin de belirttiği sahte şiirlerini bir araya getirerek 50 sahte şiir başlığından oluşan bir" "Sahte Can Yücel Şiirleri Listesi" yapmış. "Pir Sultan Abdal şiirleri", "Yunus Emre, Kaygusuz Abdal bir anonimleşmedir"; "şair yazar burada belirleyicidir", oysa "sahte Can Yücel metinlerinde üretilen metinlerin Can Yücel'in gerçek ironisi, sözcük dağarcığı, üslubu, seslenişi, poetikası ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur"   demiş.

Dijital İptila, Hüseyin Köse

Hüseyin Köse; "Benjamin'e atfen söylersek, dijital kültürün ışıltılı caddelerinde her tür kavrayış ve anlama düzeyinde genişlikten kazanan derinlikten kaybetti", "Yeni medyayla birlikte söz ve bilgi bilenden ikinci kez koparak (ilki bilindiği üzere, matbaanın bulunuşu ....) uğuzun mesafeler kat etti" demiş. Konfüçyüs'ün "karanlık bir odada bir kara kediyi bulmak" hakkındaki sözünü hatırlamış. "Düşüncenin seyirlik bir yanı olmadığını" söyleyen "o eski görüşün her dakika doğrulandığını görmenin" acı verdiğini belirtmiş. "Tezer Özlü'nün deyişiyle," "günleri mağaza içinde yitiren" kalabalığı düşünmüş.

Görünüyorum, Öyleyse Varım!, Tunca Çaylant

Tunca Çaylant yazısına başlamadan Andy Warhol ve Nat Finkelstein arasında geçen bir konuşmaya yer vermiş ve 1994 doğumlu Büşra Küçük'ü anlatmaya başlamış. Sonra "toplumsal olayların zamana dağılan tozları" ve "insana dair evrensel duyular" gibi, hız çağında pek de anlaşılır olmayan konulardan söz etmiş. Yazısında Sıla Gençoğlu'nun 37. baskıya ulaşan şiir kitabıyla ilgili olaylı bir imza gününe de yer vermiş. Aslında belki de gerçekten yeni bir fiil gelmemek. Olanı koruyup yeninin gelmesini önlemek için, gelmek fiili belki de gerçekten sözlüklerden silinmiştir. Geriye yalnızca olumsuzu da kendisiyle aynı olan gelmemek fiili kalmıştır. Belki de artık; insanlığın ve aklın bu dünyaya gelmesi mümkün değildir. "Zihni faal kılan kitap okuma pratiği", belki de artık ancak "Ot, Kafa, Bavul vb. popüler kültür dergilerinde üretilen edebi olma iddiasındaki aforizmalara" ve "sahte/yanlış olmalarına aldırış edilmeyen alıntılara" bağlı kalarak bir gelecek bulabilecektir.

kanama | Meryem Coşkunca

Meryem Coşkunca "kanıyor, kanıyor, kanıyor, kanıyor, kanıyorrr" diyen bir çığlık atmış.

tabuta binmiş bir jokey | Çağın Özbilgi

Çağın Özbilgi "direnmem bitsin diye uğraşacak sancım" demiş Sennur Sezer'e.

İthaf | Ethem Baran

Ethem Baran, ithaf mı öykü mü olduğu anlaşılması bıraz zor bir yazı yazmış.

Bir Öykü Yazmalıyım! | Onur Bütün

Onur Bütün, hikâyesinde büyük boşluklar olduğunu unutup iki bin yılının bir öncesine uzanarak, "Bir Öykü Yazmalıyım!" demiş. "Enkazda ceset, tabutta ölü, mezarlıkta mevta" oluyormuş herkes. "Koskoca Adapazarı ovasına" bakmış. "Üstünde yaşamak, altında ölü numarası yapmak için", "hepimize yetecek kadar toprak var" demiş.

Refik Halid Karay'ın Eserlerinde Yeme İçme Kültürü | Berken Döner

Geçmişten gelen yeme içme kültürü, bir gün iyice yaygınlaşacak döneriyle kendi hızlı besin dönemine ulaşamamış, fast food çağında takılıp kalmış olmalı. Sonuncu Kadeh'teki Makbule Hanım'ın kahvesini günümüzde bulmak pek kolay olmayabilir. Yemek yazarı Artun Ünsal'ın Refik Halit Karay'ın "her gün yinelenen bir toplumsal tören" olarak anlattığı yemekleri artık pek bulunamayabilir. Yine de "yemeğin belleksel işlevi üzerine odaklanan" Beatrice Hendrich'in yaptığı gibi, "bellek ve tat arasında" kurulan ilişkinin anlatılması ve sorgulanması önemli görünüyor. Refik Halid Karay, Üç Nesil Üç Hayat'ta keşkeği överken, Mutfak Zevkinin Son Günleri'nde çiroza iltifat etmiş. Berken Döner yazısında tatlar ve kitaplar arasında gidip gelmiş. Makyajlı Kadın'a, Mario Levi ve Mıgirdiç Margosyan'da Yemek Hatırlama ve Hatırlama Yemekleri'ne uzanmış.

Babam ve Kelebekler | Merve Tarhan

"Babam sert bir adamdı". Bu topraklarda hatta bu dünyada babasıyla ilgili bir öykü yazsa herkes, böyle başlayabilirdi belki öykülerin çoğu. Ama kelebekler bu öykülerin kaçında ve ne renk olurdu bilmiyorum. Peki şiirlere ve öykülere girebilen kelebekler, Nâzım'ın ve Selim'in kelebek misali uçan aşklarıyla bir yerde buluşabilirler miydi?
https://www.facebook.com/mehmetarat2000X/photos/a.477211175726502/2159802710800665/?type=3&theater


Paul Nizan'a Yolculuk: Gençliğini Ne Yaptın? | Pınar Özdemir

Pınar Özdemir'in yazısına "Her insanın isyana açılan bir kapısı vardır" diye başladığını görünce aklıma bir film, İsyan  geldi. Gillo Pontecorvo'nun yönettiği, Marlon Brando'nun Sir William Walker karakterini canlandırdığı filmi izlediğim sırada aklımda 2000+X gibi tuhaf bir roman yazmaya kalkışma düşüncesi var mıydı hatırlamıyorum ama yetmişlerden sonra her on yılda bir dünya kendisini farklı ama hiç de istenenlere ve özlenenlere benzemeyen yerlerde buldu. Yaşamış, bir yerlerde buldukları kaynakları izlemiş, okumuş ve görmüş olanlar bilir; gelişmeler yalnızca Türkiye'de ve dünyada bir tür milat olarak kabul edilebilecek 12 Eylül 1980 ve 11 Eylül 2001 olaylarıyla sınırlı olmadı. Her şey hızla değişti ve değişmeyi sürdürüyor. İnsanlar hâlâ kendilerine ve birbirlerine "Gençliğini Ne Yaptın?" diye soruyor olmalı. Sanırım günümüz dünyasının (ve belki geçmişin de tarihte yaşanmış acı olaylar hakkında yazılan ve hatırlananlarla kaydedilmiş) sorunlarının en büyük sorumlusu, çocukluğunu ve gençliğini unutup akıl almaz kararlara sığınarak yukarıda durmaya çalışan yönetemeyiciler. Onların yaşam için bir Pınar olup "Gençlik pek çoğumuza göre yaşamın en güzel çağıdır", ya da Conrad gibi "O ne güç, ne inanç, ne düş gücüydü öyle" diyebileceklerini sanmıyorum. Pınar Özdemir yazısını, Aden Arabistan (çev. Şule Çiltaş, Kanat Kitap, Ocak 2008) romanına şu sözleriyle meydan okuyarak başladığını söylediği Paul Nizan için yazmış. "Yirmi yaşındaydım. Kimse bana yaşamın en güzel çağları budur demesin." Sonra Nizan'ın kabul edildiği IV. Henry Lisesi'ni anlatmış.

"IV. Henry Lisesi, kraliyet döneminde inşa edilmiş St. Genevieve Manastırı içerisinde, Paris'in sol yakasındaki Latin Bölgesi'nde (Latin Quarter) bulunur."

"IV. Henry Lisesi'nin mezunları arasında Alfred de Vigny, Prosper Mérimée, Alfred de Musset, Guy de Maupassant, Pierre Loti, André Gide, Alfred Jarry, Michele Foucault, Jean Paul Sartre, Jorge Semprun, Julien Gracq gibi pek çok yazar bulunmaktadır."

Pınar Özdemir yazısında Renee Winegarten ve Nizan Olayı adlı makalesiyle, Nizan'ın yaşamının öykülerindeki ("Samson'un 1683'te yazmış olduğu coğrafya kitabında" "bütün Arabistan'ın en güzel ve hoş kenti" "olarak tanımladığı Aden'e" gidişi gibi) ayrıntılardan da söz etmiş.

"Renee Winegarten, Nizan ve Sartre'ın bir zamanların ayrılmaz ikilisi olduklarını ve Nitre ve Sarzan olarak adlandırılacak kadar birbirlerine benzediklerini yazar."

"Okulun ikinci sınıfındayken bir gün ansızın Aden'e gider ve 1926-27 yıllarını burada geçirdikten sonra yine ansızın Paris'e döner."

".... gezginler uzun zaman aynı odada kalmayı bilenlerin düşmanıdır ...."

"Aden Arabistan 1931 yılında yayımlanır. .... Felsefe öğrencisi olan Nizan'ın gençliğinde yazdığı bu kitabı gençliğe bir manifestodur."

"En uzgörülü gezginler yolculuğa dair hakikati uğradıkları ilk limanda anlarlar."

"Nizan .... yazmaktan ve konuşmaktan daha fazlasının yapılması gerektiğini savunurken Sartre .... eylemin sözcüklerle yapılması gerektiğinden yanadır."

"Babasının hayatını anlattığı Antoine Bloyé romanı 1933 yılında yayımlanır. Bu romanda Nizan işçilerin zor yaşamlarını, işçilerle mühendisler arasındaki 'sınıfsal ayrımı' anlatır."

"Sartre ikisinin gençlik heyecanlarını şöyle tanımlar: 'Biz dünyada yeni olduğumuz için, dünyanın da yeni olduğunu sanıyorduk.'"
"
Nizan'ın .... yolculuğu insana doğru bir yolculuktur, .... insanca eylemleri ve zaafları Aden Arabistan'ın pek çok bölümünde dile getirir. .... Conrad gibi sadece gençliği değil tüm yaşamı limandan limana varmakla geçen uzun bir gemi yolculuğuna benzetir."

"Gemi tekrar denize açılır; işte bir kez daha, insani bir yeri ve huzura ulaşma fırsatını kaybettiniz."

Gillo Pontecorvo, İsyan, https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0syan_(film,_1969), https://www.sinemalar.com/film/15674/queimada, http://www.beyazperde.com/filmler/film-14313/

Gillo Pontecorvo, Burn! Queimada (original title), 1969, https://www.imdb.com/title/tt0064866/
Yazarlar: Franco Solinas, Giorgio Arlorio, Norman Gant

Günışığı, Özgürlük ve Küçük Bir Çiçeğe Özlem: Queimada
Shakespeare’in ünlü eseri Julius Ceasar’da yalın ancak insanı derin düşüncelere sevk eden şöyle bir cümle vardır: “Her köle avucunun içinde taşır / Kendi köleliğinden kurtulma gücünü”. Ve insanlık tarihi boyunca, özgürlükle ilgili söylenilen, yazılan, çizilen ve bir medyuma dahil olmaya muvaffak olan her nevi eserin kalbinde aynı zamanda esaret de vardır. Çünkü aslında gerçekten de her şey zıddı ile kaimdir. Gillo Pontecorvo’nun savaş draması Queimada’da [İsyan! – 1969] bu tezadın patikalarında yol alan hayli zorlu bir filmdir. La battaglia di Algeri [Cezayir Bağımsızlık Savaşı – 1966] ile tanınan İtalyan yönetmen, bu filmde, özgürlük mücadelesini ve sömürgeciliği konu alan birçok filmden farklı olarak, bağımsızlığa dair çetrefil soruları sınıf çatışması ekseninde irdeler.
Zeynep Şenel Gencer, Günışığı, Özgürlük ve Küçük Bir Çiçeğe Özlem: Queimada, https://www.sosyalbilimler.org/gunisigi-ozgurluk-ve-kucuk-bir-cicege-ozlem-queimada/

QUEİMADA İSYAN BURN
Emperyalistlerin sömürgelerinde neler yapabileceklerini görmek istermisiniz?
Lütfen Marlon Brando'nun QUEİMADA İSYAN BURN 1969 FİLMİNİ izleyin
https://www.facebook.com/arkabahcepermakultur/posts/1070782169978387/

A Litany for Survival | Audre Lorde

Hayatta Kalma Ayini | Audre Lorde, Çev. Yaprak Damla Yıldırım

Audre Lorde ve Yaprak Damla Yıldırım. İki dilde bir hayatta kalma ayini yaşayıp paylaşmışlar. Keşke konuşmak yetseydi. Gerçekten yaşamak için nasıl yaşamamız gerektiğini anlamaya.

To a Daughter Going Home | Michelle C

Eve Dönen Bir Kız Evlada | Michelle C, Çev. Sheyda A. Khaymaz

Bir mektup yazmış Michelle C yaşamış ve yaşayamamış eve giden bir kıza. Sheyda A. Khaymaz ona bir başka dilde yaşam vermiş.

 Si gb | Emre Varışlı

Si gb'de bir şair öykü; makale, roman, deneme fırtınası estirmiş sessizce. Kısacık yaşam öyküleri yazmış milyarlarca farklı benzerleri gibi. Kendi dilinde doğdu ve yaşadı, "Duayen sanatçı öldü" diyen.

Yarını Yok Geçmişin | Kerim Akbaş

Olabilir mi. Başka yarınları bir geçmişin. Kerim Akbaş "bütün yüzyılları gönderin ordularıyla" demiş. Peki yirmi birinci yüzyıl başa çıkabilir mi hepsiyle, yalnızca unutulmuş bir insanlığa tutunarak.

Az Önceki Oda | Naile Dire

Naile Dire bir şairin, bir odanın ve bir yayınevinin öyküsünü anlatmış. Ozan Can Türkmen, Az Önceki Oda'yı yayımlayacak yayınevi bulamamış. Daha sonra Yavuz Türk bir yayınevi kurmuş. Poetik Kitap, Az Önceki Oda'yı ve bir başka kitabı daha yayımladıktan sonra kapanmak zorunda kalmış. Naile Dire Az Önceki Oda hakkında tekrirlerin başarılı kullanılmasına ve şiirlerin çoğunda olan ritme dikkat çekmiş. "Türkmen'in, kullandığı dilden kaynaklı olarak, şiirlerinin içinde baskın ve rahatsız edici bir biçimde" göründüğünü söylemiş.

Özgür Olmak | Sevgi Can Yağcı Aksel

Eskiden gerçekten var mıydı kâğıttan kitaplar?
Sevgi Can Yağcı Aksel, "Eskiden kâğıttan kitaplar varmış, biliyor musun?" sorusuyla başlayan tuhaf bir öykü yazmış. Artık zaman kazanma yasası varmış, ama zaman yokmuş. Öyküler ancak kavramlar Gyuri'ye yüklenip, o üfleyince dinlenebiliyormuş. Ama o kadar kolay değilmiş fantastik bir yazarın bu öyküsünü duyabilmek.

bir küçük delilik, Arzu Uçar, ithaki

Bir küçük deliliğin öyküsünü yazmış Arzu Uçar. Bir tanrıça, bir tanrıya inanmış. Yalnızca âşık olduğu için elinden almış olabilirler mi ölümsüzlüğünü?

Meryem â la plage / Meryem Plajda | Kuzey Topuz

İrfan ile Meryem. Tuhaf bir aşk öyküsü. Tam üç dilde, belki daha fazlası. "İrfan diye bir çocuk vardı." Sevgi en çok hangi dile yakışır?

Fuad Gedik ve Başka Açı | Gökhan Arslan

"Şükran Kurdakul'un Şairler ve Yazarlar Sözlüğü'nde aktardığına göre Ali Fuad Gedik 1913 yılında Kastamonu'da" doğmuş. Gedik "1946 yılında Charles Baudelaire üzerine bir inceleme olan 'Baudelaire: Bir Etüd (Cumhuriyet Matbaası, 1946)' kitabını yayımlamış. "Şevket Rado tarafından Akşam gazetesinin 4 Aralık 1946 tarihli sayısında" yayımlanan bir yazıda Gedik "büyük Fransız şiirine olan hayranlığını" dile getirmiş. "Babası Süleyman Sırrı (1862-1939) Cumhuriyet'in ilk milletvekillerinden" biriymiş. Gökhan Arslan, Fuat Gedik'in "Tomris Uyar'ın babası" olduğunu ve "Tomris Uyar'ın kardeşi Süleyman Gedik'in de önemli bir öğretim üyesi olduğunu" belirterek yazısının Fuad Gedik'in şiir kitabı Başka Açı (Yeni Matbaa, 1965) hakkındaki bölümüne geçmiş. Kitaptaki Maria Callas şiirini bir kırılma noktası olarak tanımlamış. "Callas'ın yavaş yavaş cinsel bir objeye dönüştüğü", "kadının bir organının/bölgesinin ön plana çıkarılması", Gedik'in "kadını bir arzu nesnesi olarak" tasarladığı yorumlarını yapmış. Başka Açı yayımlandığında 24 yaşında olan Tomris Uyar'ın ilk öyküsü de aynı yıl yayımlanmış. Tomris Uyar'ın babasının kitabına nasıl baktığını merak ettiğini, Uyar'ın ürettiği metinlerle Başka Açı arasındaki zıtlık ilişkisinin ona garip geldiğini belirtmiş.



Sonra, Doğdum; Yavuz Türk

2018 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü


Şairin "Rüya Zamanı" | Cemil Okyay

Cemil Okyay, yazısında Salih Bolat'ın Rüya Zamanı'na ve "dünyayı şimşek hızında gösteren belirsizlik" dediği çocukluğa gitmiş. Mavi Çiçekler'den, "doğayı oluşturan canlıların" yaşamından, mavi çiçeklerin açması için dikkatli dolaşan kelebeklerden, serçeler boy atsın diye eriyen kardam söz etmiş. Rüya Zamanı, "belki de .... hepimizin rüyası ...." demiş.

Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir ve Öykü Ödülleri

2015 yılının Ekim ayında aramızdan ayrılan Sennur Sezer’in anısı ve mücadelesini yaşatmak için “Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir ve Öykü Ödülleri” birlikte yaşadığımız topraklarda “Sabah sokakları saran ekmek kokusunun mayalanışındaki uykusuzluk payı”nı yazmak, emeğin tarihine yeni kaynaklar sunmak ve şairin anısını yaşatmak amacıyla Gıda-İş Sendikası ve Manos Kitap tarafından düzenlenmektedir.
9 Aralık 2019-6 Mart 2020 tarihleri arasında başvurulabilir. Ödül sonuçları 4 Mayıs 2020 tarihinde açıklanacak ve ödüller Sennur Sezer’in doğum günü olan 12 Haziran 2020 tarihinde yapılacak törenle sahiplerine verilecektir.
Şiir jüri üyeleri: A. Hicri İzgören , Orhan Alkaya, Nalan Çelik, Gülce Başer ve C. Hakkı Zariç
Öykü jüri üyeleri: Adnan Özyalçıner, Ayşegül Tözeren, Jaklin Çelik, Sibel Öz ve Ahmet Tulgar

Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü

Ö l ü m ü n ü n   47 .  y ı l d ö n ü m ü n d e
A R K A D A Ş   Z .  Ö Z G E R
Ş İ İ R   Ö D Ü L Ü    2 0 2 0
Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü’nün yirmi beşincisi veriliyor.
Bugüne kadar şiir kitabı yayımlanmamış şairlerin aday olabilecekleri Ödül için son başvuru tarihi 15 Mart 2020. Özger’in ölümünün 47. yıldönümünde, 10 Mayıs 2020 tarihinde verilecek Ödülün seçici kurulu Sina Akyol, Orhan Alkaya, Gökhan Arslan, Zeliha Cenkci ve Suat Çelebi‘den oluşuyor.

17 Mart 2020 Salı

Varlık'ta Türkçenin Yolları


İki bin yılından yirmi yıl sonra, Varlık dergisinin Ocak 2020 sayısını okuyup anlamaya çalıştım. "Böyle bir dergiyi bin üçyüz kırk sekiz kez çıkarabilmiş bir ülke, hep daha iyiye ve güzele gider" diye düşündüm. Sonra, "Eğer değerini bilebilirse" diye ekledim.

Hazırladığım görsellerde yazıların biçimlerinin bozulması ilgimi gittikçe daha fazla çekiyor. Basılı kitap dergi okumanın özgün yanlarından biri de sayfaların kıvrılabilmesi. Elektronik kitapların günün birinde gerçek kitaplara tümüyle eşdeğer olup olamayacağını merak ediyorum.

Varlık
Ocak 2020, 1348
https://www.varlik.com.tr/dergiDetay.aspx?dergiID=306



"Editörden" başlığı altında "Varlık'ta 2019 yılı boyunca neler yayımladığımıza tek tek değinmemize imkân yok ama her dönemeçte bir muhasebe şart, 2020'ye merhaba derken arkamıza dönüp şöyle bir bakalım" denmiş. Dosya konularından söz edilmiş. Ekolojiden psikanalize, felsefeye uzanan yazılara yer verildiği, edebiyatın yerinin ayrı olduğu belirtilmiş.


Dergi, Özge Ekmekçioğlu'nun Çizgiyorum deseniyle açılıyor. İçindekiler bölümü ve yazılarla sürüyor.

Türkçenin İçinden Çıkmak – Selçuk Orhan

Selçuk Orhan, Türkçenin içinden çıkabilmek için, yazısına Cevdet Paşa ve Mustafa Reşit Paşa'ya kadar giderek başlamış. Ahmet Cevdet (Efendi) yirmili yaşlarının başında istanbul rüusunu almış bir müderris olarak, Mustafa Reşit Paşa'nın yenilikçi çevresine girmiş gençlerden" biriymiş. Genç Ahmet Cevdet, Mustafa Reşit Paşa'nın yönlendirmesiyle, "Türkçe kurallarını öğreten modern anlamda ilk dilbilgisi" kitabını yazmış. "Cevdet Paşa'nın "Mustafa Reşit Paşa'nın yönlendirmesiyle belirlediği bu ilkeler", "bir bakıma dil devriminin yapı taşlarını oluşturdu" demiş. Kitabın yazılış öyküsünü Selçuk Orhan böyle anlatmış. Nurullah Ataç'tan ve Dil Devrimi'nden, öncesinde ve sonrasında yaşananlardan söz etmiş. Aynı yazıda hem "sözcük", hem "kelime" demiş. Sözcükler de kelimeler kadar gerçektir, hakikidir. Mesele kelime tercihleri ya da sözcük seçimleri değil, insan olma sorunudur. Hep birlikte ve kardeşçe yaşayabilmektir, kelimelerde ve hayatlarda hep beraber olabilmektir. Belki de sorulması gereken soru, sözcüklerin de yarayı kelimelerle aynı şekilde nasıl kanatabileceğidir.

Selçuk Orhan, "Peyami Safa ya da Tanpınar gibi kimi yazarların dil devriminin getirdiği yeniliklere karşı oldukça mesafeli" kaldıklarını, "eski" denilen dilde yazılanların "90'lı yıllarda yeniden sahiplenilene kadar, muhafazakâr çevrelerin tasarrufuna" bırakıldığını söylemiş. "Sözcük enflasyonu" nedeniyle, "Eşanlamlıları çoğaltmanın dilde anlam zenginliğinden çok belirsizlik yaratacağına inanıyorum" demiş. Bu arada Necati Mert'in tespitiyle Nurullah Ataç'ın 1949'daki bir yazısına gidip sonra Feridun Andaç ve Feyza Hepçilingirler'e uzanarak öykünün hikâyesindeki "anlam kayması fırtınası" üzerinde durmuş.

"'Kuşku' ve 'şüphe' sözcükleri arasında bir ayrıma gidecek miyiz?" sorusuna kuşkuyla yaklaştım. "Şüphe" adıyla yayımlanmış unutamadığım bir kitap varken, yalnızca "kuşku" ile yaşamam zor görünüyor. "Şahsiyet" dizisini izlemiş olanlar da diğer sözcüğün kullanılması durumunda adını kişiliksiz bulabilirler. Ahlak ve aktöre uzun bir etik tartışma başlatabilir. Kelimelerin ve sözcüklerin arasından çıkabilmek kolay değil. Bu arada, Kavaid-i Osmani beni Nâzım H. Polat'ın Türkçenin Öğretimi ve Ahmet Cevdet Paşa başlıklı yazısına götürdü.

Dil Denen Kişilik Taşıyıcısı – Bâki Ayhan T.

Bâki Ayhan T. dilin belli kuralları olmadığını, sürekli ve sürdürülebilir bir değişime açık olduğunu söylemiş. "Sistem değil bir yapıdır dil, sürekli bozulan ve yeniden yapılan, tüketilip üretilen, dökülüp toplanan" demiş. Düşüncelerden ve seslerden, kalbimizden ve sistemsizlikten, dizgelerden ve kurallardan, dilsel tercihlerden, Bakhtin'den ve diyalojiden monolojiye geçmekten söz etmiş. Sözcükleri ve adları saymış. Akşam, Ahmet Haşim; ölüm, Cahit Sıtkı; karanfil, Haşim ve Edip Cansever; zaman, Tanpınar; gök, Turgut Uyar; tutunamayan, Oğuz Atay; taşra, Reşat Nuri; varoluş, Demir Özlü; serüven, Attilâ İlhan; memleket, Nâzım Hikmet. Bu sözcükler söylendiğinde bu adların bulunmadığı bir diyalogun mümkün olmadığını söylemiş.

"Duyarlıkla kurulan bir dil, yazınsal bir pedagojiyle kurulan dile göre daha organiktir" diyerek postmodern edebiyata hizmet eden yazarların romanlarındaki dilin ve kurgunun birbirine benzemesinin nedenini "kişiliksizlik" olarak açıklamış. Yapıtın merkezine insanın değil de hikâyenin konmasının ve dilin bir oyun aracına dönüştürülmesinin yanlışlığını vurgulamış. Yazarın ve şairin bazen erken olgunlukla (Rimbaud,
Orhan Veli, Sait Faik, Turgenyev...) deha seviyesine ulaştığını, bazen sürekli bir varoluş çabası gösterdiğini (Oktay Rifat, İlhan Berk, Balzac, Adalet Ağaoğlu...) söylemiş. "Dil sadece anlamı ve kültürü taşımaz; edebiyatçının ruhunu, kalbini, kafasını, hayatını, yaşama gücüne sahip anılarını da güne ve geleceğe taşır" demiş.Modernlerin ve postmodernlerin dile ve hayata bakışlarını anlatmış. Geçmişe ve yaşadıklarımıza bakınca, artık ışık hızıyla görüp konuşabildiğimiz bu yeni çağın yaşamı ve sanatı nereye götüreceğini ve gelecek yeni dilleri merak ediyor insan.

Daha da İhtiyar Balıkçı - Doğru Yazmak ve Yazım Kurallarına Yıllar Boyunca Uymak Hakkında Bir İki Not – Süreyya Evren

Süreyya Evren'in bir iki notunun içinden çıkabilmek pek de kolay değil. "Herşey her şey'e, birşey bir şey'e" başlığı altında "herşey" ve "bir şey" diye yazılan dönemlerin kitaplarını okumaktan özellikle hoşlandığını söylemiş. Türkçenin şapka kurallarındaki dalgalardan, şapkaların "mekân", "kâfi", "hikâye" ve "hâlâ" gibi az sayıda sözcükle sınırlanmış olduğunu belirtmiş. Halalarımıza hâlâ hala diyebilmemizi şapkalara borçlu olabiliriz. Öte yandan, "bugünün uzlaşmalarının heveskârlıklarına mesafe almak", "günümüzün aceleci uzlaşmalarından" uzak durmayı belki sağlayabilir.

Soruşturma, Hazırlayanlar: Selçuk Orhan, Bâki Ayhan T.

Yanıtlayanlar:
Ali Ayçil, Alper Beşe, Cengiz Asiltürk, Feyza Hepçilingirler, İbrahim Yıldırım, Murat Batmankaya,
Murat Yalçın, Nuray Önoğlu, Savaş Kılıç, Tanıl Bora

Sunuş:
Günümüz Türkçesinde eşanlamlı –sözlük açısından bire bir aynı anlamda– pek çok sözcük yer alıyor. Dil devrimi sürecinde veya daha öncesinde dilde sadeleşmeye gidiş amacıyla türetilen yeni sözcüklerin bir bölümü süreç içinde kolayca benimsenmiş. Ancak Türkçeye bu yolla kazandırılan yeni sözcüklerin benimsenmesinin yanı sıra, terk edilmesi beklenen eskiler de kullanımdan tamamen çıkmamış, korunmuş: Öykü/hikâye, kuşku/şüphe, etkinlik/faaliyet, cümle/tümce, sözcük/kelime, cevap/yanıt, soru/sual, yenilgi/mağlubiyet, yıl/sene, uyum/ahenk, kavram/mefhum, duygu/his, çözümleme/tahlil, utku/zafer...

Sorular:
1) Sözcük seçimine nasıl karar veriyorsunuz? “Dil bilinci” konusundaki fikriniz nedir?
2) Özellikle bugünün şair-yazarlarının, editör ve çevirmenlerinin bir bölümü, biri ötekinin yerini almak üzere türetilmiş bu sözcükler arasında anlam ayrımları oluştuğunu düşünüyor. Dilimizdeki bu durumun bir belirsizliğe yol açtığını düşünüyor musunuz? Size göre anlamca kesin bir ayrıma kavuşmuş ikililer var mı?
3) Bugünden başlayarak dilimizin geleceğiyle ilgili nasıl bir yol izlenmeli?

Varlık dergisinin Türkçenin çıkmazları başlığını taşıyan kapağını gördüğümde amacım dil sorunlarıyla ilgili olumlu ve olumsuz yanları, güncel gelişmeleri ve farklı düşünceleri topluca görerek nerede olduğumuz ve nereye gitmekte olduğumuz hakkında bir fikir edinebileceğimi düşünmüştüm. Gerçekten de hem kapak konusu, hem de derginin tümü emekle ve özenle hazırlanmıştı ve referans değeri taşıyan bir kaynak olmuştu. Ancak dille ilgili sorunların çözümünde ortak ve sağlıklı gelişme yollarının bulunabilmesi için daha epey çaba harcanması gerekiyor.

Okumaya ve yazmaya çalışan insanların sayısının epey artmış olmasına karşın galiba en büyük zorluk, sözcüklerin hiçbir zaman sayıların kesinliğine ulaşamaması. Harflerle kurulan dünyalarda büyük belirsizlikler oluyor ve bunların içindeki ışıkları bulmak ve karanlıklardan uzak durabilmek hiç kolay olmuyor. Dilin kemiği olmuyor ve yaraları geçmiyor. Türkçenin sorunları elbette olabilir ama ışık hızında konuşabildiğimiz küresel iletişim çağında yaşanan sorunlara bakılırsa, temel sorun herhangi bir dile ait olmaktan çok, insanların yaşadıkları çağı ve birbirlerini anlayabilecekleri ortak bir dilin henüz bulunamamış olması gibi görünüyor. Dil sorunlarının düşünülmesi ve tartışılması, iletişim sorunlarının çözülmesi için yeni olanaklar getirebilir. “Dil bilinci” ve "dilimizin geleceği" hakkında daha çok konuşulması ve yazılması, çıkmazlardan çıkılabilmesi için de önemli bir adım olacaktır.

Ali Ayçil
Aslında hepimiz bir dil bölgesi içinde büyüyoruz.

Alper Beşe
.... dilin, Francis Bacon'ın temellerini attığı, Wittgenstein'ın önce savunup sonra vazgeçtiği şekilde matematik dili gibi tekanlamlı, mekanik bir ifade sistemine dönüşme yoluna girdiği inancındayım.

Cengiz Asiltürk
Ünlü Fransız yazar Marcel Proust, kendisini dili bozmakla itham eden Fransız dilbilimcilere şöyle yanıt verir: "Ey Fransız dilbilimciler. Benim tüm eserlerimi okuyacaksınız. Fransızcayı yeniden ona göre düzenleyeceksiniz."

Feyza Hepçilingirler
Türkçeye politik yaklaşımlarla yön vermeye kalkışmamalıdır.

İbrahim Yıldırım
Günümüzde yalnızca kişiler, topluluklar, edebi cemaatler - yazınsal gruplar değil, semtler de sözcüklere farklı anlamlar yükleyen kesimlere dönüşmeye başladı.

Murat Batmankaya
Chomski'den bu yana dil gelişiminin bilişsel gelişimle paralel yürüdüğü kabul olunur. .... 6 yaşında bir çocuğun ortalama 2 bin 500 sözcük bildiği .... yeni sözcüklere alerjisi olan öğretmenler/eğitmenler ve günde 300-400 sözcükle anlaşan ebeveynler tarafından yetiştirilen .... Dilini sevmeyen bir toplum olabilir mi?

Murat Yalçın
Dil, egemenlerin at oynattığı alanlardan biri sonuçta. Salt yazın dili açısından baktığımızda 50'lerle 60'lar, 70'lerle 2000'ler birbirine ne denli uzak.

Nuray Önoğlu
Eşanlamlı sözcüklerin bolluğu dili zenginleştiriyor. Örneğin, öykü ve romanda kimin konuştuğuna bakılarak yapılmalıdır sözcük seçimleri. .... TDK büyük ölçüde otorite niteliğini yitirmiş görünüyor.

Savaş Kılıç
Benim için önemli olan kelimenin kökeni değil (iletişimsel) işlevi. .... "Dil bilinci", dil reformunun (öz Türkçeciliğin) teorik ifadesi gibi.

Tanıl Bora
.... eski dile ilgi duyduğum için, ayrıca epeydir milliyetçi-muhafazakâr ideoloji üzerine çalıştığım için, Osmanlıca lügate öteden beri meraklıyım ....

....

Mehmet Arat
Soruşturma soruları için kendi yanıtlarıma gidebilecek yolları da üç bölümde özetlemeye çalıştım.
1. Düşündüklerimle yazdıklarım arasındaki en sağlam köprüyü kuracak sözcükleri bulmaya çalışıyorum. "Dil bilinci", bireylerin bilinçlerinin toplamıyla oluşan ya da oluşamayan toplumsal bir bilinçliliktir.
2. Benim dilimle dünyanın dilleri farklı. Yalnızca yakın ve eş anlamlı olanların değil, sokakta ve her yerde kullanılmakta olan, hatta sevmediğim ve henüz bilmediğim sözcüklerin bile gerektiğinde yazdıklarımda bir yeri ve anlamı olabilir. Dilde ve yaşamda belirsizlik büyüktür. Dünyada ve evrende olduğu gibi.
3. Yaşam da, dil de su gibidir. Önünü açarsanız, yolunu bulur. Aşırı yönlendirmeye veya durdurmaya çalışırsanız, neler olacağını kimse bilemez. Doğruların ve yanlışların konuşulabileceği, yaklaşımları farklı olsa bile iyi örneklerin bulunabileceği iletişim ortamlarının çoğaltılması, bunların çeşitlilik ve yaygınlık kazanarak kapsayıcı olmaları, yanlışların ve eksikliklerin dışlayıcı olmadan düzeltilmeleri önemli görünüyor.
....

Kızılkanadın Yüzünde (Öykü) – Necati Mert

Necati Mert, bir kızılkanatta balık siyasetinden söz etmiş.

Ölüm(lülük)le Yüzleşmek – Halûk Sunat

"Bilimsel gelişmelere sığınarak ölümü tedavülden kaldırma hevesinin epeyce yol aldığı günümüzde, ölümle yaşam eşiğinde yaşanan ‘spor’ (vb.) etkinlikleri" "dikkati çekici" bulmuş Halûk Sunat. Ölümle baş etme hallerimizi Françoise Dastur'un "Ölümle Yüzleşmek" metniyle sorgulayıp Sokrates'in savunmasına değinmek istemiş. Fütursuzca fütürist demek yerine "gelecekçi ('fütürist')" demiş. Dastur'dan içinde "intihar kendini öldürmek değil belki de ölümü atlatma, ondan yakayı sıyırma çabası olarak düşünülebilir" diyen bir alıntı yapmış. Dünyanın çıkmazlarından kurtulmak kolay görünmüyor. Platon'dan Spinoza'ya ve Kant'a uzanmış. İnsanın ölümlü varoluşundan söz ederek "Ölüm bir hakikatse" demiş oysa ölüm yaşamın gerçek olamayacak kadar önemli bir parçası gibi görünüyor. Halûk Sunat sonunda Sokrates'in duruşmasına gelmiş. Sokrates'in
"ölümü, felsefe yapmadan yaşanacak hayata tercih" ettiğini söylemiş. Yirmi birinci yüzyılda, Sokrates'in milattan yüzlerce yıl önce söylediklerine ekleyecek aslında pek de fazla bir şeyimizin olmaması şaşırtıcı. Galiba yaşam değişse bile ölüm hep aynı kalıyor. En azından şimdilik.

İBB Şehir Tiyatroları Ocak 2020

Oyunlar duyurulmuş.

Küçürekler, Epizotlar, Anlar (Öykü) – Levent Karataş

Bir öyküymüş "Küçürekler, Epizotlar, Anlar". Levent Karataş "Smile & Go!" demiş. Gülümsemeli ve gitmeli. Peki nereye? Fransa Günlüğü'nde "tren Rimbaud'nun duyum şiirindeki, mavi yaz akşamlarının patikalarından" geçip Paris'e varmış.

Tüyap Fuarları

Kitap fuarları duyurulmuş.
Kitap ve Sanat, 2020, https://tuyap.com.tr/fuar-takvimi?keyword=&year=0&month=0&industry=kitap-sanat&faircenter=&sayfa= 

Nesnelerin Dili – İlyas Tunç

"Bilgi, son hamle gelmeden elde edilmesi gereken en değerli şey; satranç tahtasındaki altmış dört karenin her biri için bir öncekinin iki katı buğday tanesi biriktirmek gibi. Mümkün mü? Ömür yetmez! Şövalyelik, mümkün olmayanın peşinde koşmak değil midir zaten?"

Uzayda yer tutan her şeye nesne diyebilirsek, İlyas Tunç yazısında dört nesneden söz etmiş. Yaşamı ve ölümü anlatmış. Satranç tahtası, vantuz, ceset ve kredi kartı. Ingmar Bergman'ın Yedinci Mühür filminden, vantuzla gelip giden hayattan, Ganj'ın külrengi sularından ve küllerin süpürülmesinden, Frank McNamara'dan ve tılsımlı bir nesneden kesitler getirmiş. "İnsanlar ikiye ayrılacak" demiş.

Sana Bir Gökyüzü Daha (Şiir) – Nur Saka

Nur Saka "can dostum Enver Ercan'a" diyerek bir yaşam ve ölüm öyküsü anlatmış, "sana bir gökyüzü daha lazım / sana bir hayat daha..." demiş.

Salih Bolat ile Söyleşi – Cenk Kolçak

Cenk Kolçak, Salih Bolat ile söyleşmiş. Salih Bolat "Şiir inanmaz, bilmek ister" sözleriyle insanın anlamını aramış, "İnsan çevresi ile birlikte, onu kuşatan doğayla, canlı-cansız (....) nesnelerle birlikte anlamlıdır" demiş. İlhan Berk'in Nâzım Hikmet şiirleri için bir yerde getirdiği "vıcık vıcık insan" eleştirisinden söz etmiş. İnsanın öncesinde ve sonrasında, içinde ve dışında koskoca dünyalar ve büyük bir evren elbette olabilir. Yine de insanın insan olamamasının nedeninin, doğanın kendini yaratmak için yarattığı insan olduğunu sanmıyorum. Bir şairin "vıcık vıcık insan" demiş olabileceğine ve diyebileceğine inanmam çok güç. Salih Bolat şiir eleştirisi hakkında da konuşmuş, politikaya ve ideolojiye değinmiş.

"Şiir eleştirisi yapabilmek için estetik, dilbilim, tarih, sosyoloji, felsefe, edebiyat tarihi, psikoloji, sanat tarihi bilmek yeterli değildir; imge yapma süreçleri, sözcük ideolojisi, metaforik gerçekliğin hakikatle ilişkisi, sözcüklerin nesnelerle ilişki düzeyleri ve biçimleri, aşk, yalnızlık, ölüm, kavga, düş vb. bir yığın şeyle ilgilenmek gerekir."

"İnsan politik bir varlık değil midir?" diye sormuş. İki bin beş yüz yıl önce Aristoteles'in bu soruya "evet" dediğini belirtmiş. "İnsan eğer toplumsal bir varlıksa, aynı zamanda politik olur"  "ne kadar şiir varsa o kadar ideoloji vardır" demiş.

Ayrıksı ve Tanrısal: Proust’un Yüzyılı – Gülüş G. Türkmen

Gülüş G. Türkmen yazısına "Proust eşcinsel romanın yaratıcılarından biri" diyen Lagarde'dan bir alıntıyla başlamış. Ardından "Kayıp Zamanın İzinde" kitabı ve Fransızca öğretmeniyle ilgili bir anısını aktarmış. Anatole France ve Alfred Humblot'dan iki alıntı yapmış, sonra "André Gide'in Proust'u yayımlamayı reddettiği rivayet edilir" ve "dev yayınevi Galimard, dev Proust'u ıskalamıştır" demiş. Sorusunun yanıtı "bir adamın uykuya geçmeden önce yatağında nasıl dönüp durduğuna dair otuz sayfa okumanın kime faydası var?" diyen Humblot'nun sorusunda gizli midir bilmiyorum. Ama aktardığı anıdan ve belirttiği kaynaklardan Proust'la ilgili düşüncelerini Fransızca metinlere dayandırdığı anlaşılan Gülüş G. Türkmen, dergideki beş sayfalık yazısında, binlerce sayfalık bir evrene uzanan bir kapıyı açmış. Türkmen'in Proust'u sevmeyenler arasında yer alan Louis Ferdinand Céline'den yaptığı alıntıdaysa otuz değil "üç yüz sayfa çok fazla" denmiş. Gülüş Türkmen "Ana kuzusu" başlığı altında; "bir madlen kekinin uyandırdığı etkiyi sayfalar boyunca irdeleyebilen" Proust'un mutsuzluğunu, çocuksu ve kırılgan dünyasını anlatmış. Seçtiği sözcükler ve çağrışımları, Proust'un dünyasından izler getirmiş. İhtiyaç, oda, yatak, loş, kalem, kâğıt, haz, psikanalist, mimar, ekonomist, marjinal fayda, nefes darlığı, geniş cümle, gece, son, karamsar, uyanık, güçlü, çıkmak, Tanrı, uzak, aşkınlık, Pascal'ın yakarışı, kusurlu vücut, Proustizm, türetilmiş, kelime, yaşamın anlamı, anne öpücüğü, madlen keki. Proustoloji. Bu konuyu araştıran bir bilim dalı var mıdır?

Gülüş G. Türkmen "Saplantılı ve sapkın" başlığı altında; Marcel Proust'un "Kayıp Zamanın İzinde" kitabını şöyle tanıtmış: "Kayıp Zamanın İzinde" ben diliyle açılır ve romanda tam üç kez anlatıcının adının “Marcel” olduğu zikredilir. Ama bu Marcel, Marcel Proust değildir, çünkü protagonistin astım derdi yoktur ve heteroseksüeldir. Hem utangaçlığı hem de eşcinselliğin toplum içinde kabul görmeyişi, Proust’u cinsel yönelimini romanlarında örtülü ve kendinden uzak tutmak kaydıyla ele almasına sebep olur. Kayıp Zaman’daki Albertine Simonet karakterine yazarın tutkulu aşkı Alfred Agostinelli’nin model olduğu düşünülür: İkisi de tutsaktır ve ikisi de kaza sonucu hayatını kaybeder."

9 Ekim 2019'da "yazarın gizli kalmış dokuz öyküsü daha" basılmış. Michel Schneider ise, Proust olamayacağını "bunların boş heves olduğuna kanaat getirip, sevilmeyi yayımlanmaya yeğledim" diyerek belirtmiş.

Behçet Necatigil'in Dost Meclisleri

Behçet Necatigil'in günlük yaşamındaki incelikleri ve dostlarıyla ilişkileri, "Dost Meclislerinde Kasideler" kitabında toplanmış.

Türk Sinemasının Sessiz Dönemlerinde Anlatım Denemeleri – Burak Süme

Burak Süme sinemanın "ulusal kimliğimizin keşfi ve tanımlanması için önemli bir aktarım aracı olarak" kullanıldığını söylemiş. Sinema kuramcısı James Monaco'dan; filmlerin biçiminin devrimci, içeriğinse "geleneksel değerlerin tutuculuğuna sahip" olduğu anlamına gelebilecek bir alıntı yapmış. Yazısında donanma mecmuasının birbirine çok benzeyen iki kapağı yer almış. Burak Süme "derginin her iki sayısını da tarih sıralamasına göre yan yana getirip incelediğimizde, kafa karıştırıcı bir durumla karşı karşıya kalırız" demiş. Harflerin ve rakamların, görüntülerin ve seslerin arasında; zamanda kaybolmadan dolaşabilmek gerçekten zor. Burak Süme yazısında Fuat Uzkınay'dan, Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı filminden, sinemanın anlatım potansiyelinden ve "sinema" ile "politika" ilişkisinden de söz etmiş.

Kişisel Yaşantıdan Kadınlık Hallerine Aslı Serin Şiiri – Sibel Yılmaz

Sibel Yılmaz, Aslı Serin şiirini yazmış: Kadının bedensel arzularından ve isteklerinden dolayı ayıplandığı, cinsiyet eşitsizliğinin gündelik hayatın her alanında görünür kılındığı ve şiddetin gittikçe arttığı bir ülkede korkmadan, güçlü bir sesle “ben buradayım” diye haykıran şiirler yazar Aslı Serin. Yılmaz, ayrıca "Ancak klişeyi yıkarken zaman zaman yine klişelere başvurması, gündelik dilin sınırlarına fazlaca hapsolması ve kafiye yapma merakına düşmesi; Serin şiirinin en büyük handikapları olarak görülebilir" demiş.

Şiir yazabilmekten henüz umudumu kesmediğim üniversite yıllarımda Fortran dersi aldıktan sonra ben de "Bilgisayar Şiirleri" yazmaya başlamış ve biraz yazmıştım. Sibel Yılmaz'ın Aslı Serin şiiri üzerine yazdıkları arasından yansıyan ayrıntılar bile, nasıl bir dünyada yaşamaya başladığımızı gösteriyor. Mesajların kime ve nasıl gönderilebileceğini bulmak artık hiç kolay değil. Evren henüz olmasa bile, dünya iletilemeyen "bu benim.zip" ve "aktarim hatasi.doc" dosyalarıyla kaplanarak; Jacques Lacan'ın "İletişim bir iletişimsizlik düzeneğidir" sistemini kurmuş.

Sibel Yılmaz, Aslı Serin şiirinin güncel sorunlara açıldığını belirterek "gayret kuşağı" ve "anitsayac.com" örneklerini vermiş. Ataerkil düzenin Serin şiirinde aşılmaya çalışılan "Lacan'ın ifadesiyle söylersek bilinç dışına yerleşmiş" "simgesel baba" kavramından ve otoriter erkek şairlerden söz etmiş. Kadının "kendi varlığını savunmaya çalışırken babayla hesaplaştığı kadar anneyle de mücadele" ettiğini söylemiş.

Haydar Ergülen’in “Afrika Semahı” Şiiri Üzerine – Adnan Gül

Adnan Gül, Haydar Ergülen’in “Afrika Semahı” şiiri Üzerine uzun bir yolculuğa çıkmış. İlhan Berk'in "ölüme çalışın çocuklar" sözü "hissetme manasında" onu epey uğraştırmış. "Evrenin belalısı" ve "eksikliği" "netlik" kavramından, Neşet Ertaş'ın "Gönülden gönüle bir yol vardır görünmez" diyen sesinden söz etmiş. Yazının Haydar Ergülen’in "2017 yılında ilk basımı yapılan 'sen güneş kokuyorsun daha!' isimli" "şiir kitabının yüzü suyu hürmetine" olduğunu söylemiş. Haydar Ergülen 2018 Çukurova Kitap Fuarı'nda kitabını Adnan Gül'e, onun "Müsvedde" adlı kitabını hatırlatan, "bu da benim 'Müsveddem' olsun!" notuyla sunmuş. Haydar Ergülen'in şiirine giderken "Bizleri böylesine benzer ve çoklu külliyat içerisinde, .... 'hafız ile semender' buluşturdu diyebilirim" demiş. "Evrendeki her yapılmışın hakikat karşısındaki yeri müsveddedir çünkü...", "Bütün maksat .... incitmeden 'hayatı' işlemek", "İnsan Kısadır", "harflerinden de kısaymış aşk", "zaten kaç harfli ki insan" diye eklemiş. Deste Başı şairlerini ve Bal Arısı ailesini, elli altmış bin arı içinde tek ve biricik" olan Kraliçe Arı'yı, "bal dediğimiz" "mucizevi ürünü", "iç gösteren kumaşa sahip Haydari insanları", "madde ve mananın enerji ekseninde var olduğu" ve 'İyilik' kavramını, "ilk şairlerden Aziz Augustinus'un hakikat ve gerçeğe dair nice görevler üstlendiğini", "arı ailesindeki gibi fayda ve uyum enerjisini hayata ve üretime dönüştürme çabası içinde olduğunu" anlatarak "hukukun geçerli olduğu varsayılan zavallı dünyanın hali" ve "'Kurmali Elitist'ler ya da 'Kapsamlı Cehalet'i benimseyenlerin şekillendirdiği günümüz anlayışı" konusuna gelmiş. Edward Said'in "amatörlükten uzaklaşanlar" için kullandığı "diplomalı bilirkişi kültü" hakkında bır alıntı yapmış. Haydar Ergülen'in Seyhan Erözçelik'i selamlayarak başladığı 'Afrika Semahı' şiirini yorumlama çabasına girmiş. Jean Genet'in "Bir toplumda yazdıklarınızı yayımladığınız anda siyasal hayata girmişsiniz demektir" sözünü aktarmış.

"Şiir düşkünü Haydar Ergülen'in 'sen güneş kokuyorsun daha!' kitabında ter alan şiirler, bir yanıyla çok renkli dil cümbüşü ziyafeti, diğer yanıyla kirli politikaların oluşturduğu insanlık hasarına tutulu meşalenin ışıttığı bire birliğin sarsıcı özetidir. Altı bölümün de bu gerçeklik temelinden güç aldığı görülür."

"Afrika Semahı": "Bir şiirimde Afrika geçsin istiyorum! Afrika'yla şiirden semaha dönmek istiyorum!"

"terzisiydin fikrimizin, hüneriydin inceliğin, bir yanı eski Fatsa bir yanı kadim Afrika olanın"

"Afrika, Asya ve Latina... yağmurla selamlıyorum sizi, ...."

"'Üvercinka' şiiriyle çizdiği kıta coğrafyasına ait insan dramlarının ortasında Cemal Süreya'yı, 'Afrika Semahı'na katılan Haydar Ergülen'i duyup da duymazdan gelen gayrılığa ayarlı bir dünya..."

Adnan Gül yazısında Semah, İkinci Yeni, Fikri Sönmez, Hopa, Metin Altıok, Metin Göktepe, Laterna Magic, Ingmar Bergman, Simurg, Nuh'un Gemisi, Yusuf'un Kuyusu, Folon, Apoyevmatini, Abderrahmane Sissako, Baobab Ağacı ve Turgut Uyar hakkında kısa bilgiler de vermiş ve "bağlamlar 'Afrika semahı' şiirine yaklaşım kılavuzu olarak düşünülmelidir" demiş. Haydar Ergülen'in "Afrika Semahı" ile "umutsuzluğa yenilmiş kıtanın yerinde eli, beli, dili" olduğunu söylemiş.

Banu Özyürek Öykülerinde Ötekine Karşı Bir Zırh: “Poz” – Hande Balkız

Hande Balkız, Banu Özyürek Öykülerindeki yolculuğuna Sartre ve John Berger alıntılarıyla başlamış. "Görülmüş olmak", "görülebilir olmak", "görüntü dili", "öbür duyumlardan gelen algılar" kavramlarına değinip Berger'e atıfta bulunarak; insanın "kendi imge dünyasını ve düşünme yeteneğinin uzamını" kavrayarak "dünyayı ve kendini anlamlandırmaya" başladığını söylemiş. Yine de insanın yeteneklerinin uzamlarını kavrayarak insan aklının gördüklerini ve görebileceklerini görebilmek, "uzamın fiziksel varoluşun şartı" olduğunu anlayanlara katılabilmek pek de kolay görünmüyor. Kitabın ilk öyküsü "artık gözler yok" diyerek başlıyormuş. Gözlerini görmek için kullananların sayısı çok fazla olmayabilir ama gözlerin olmadığı bir dünyayı düşünmek bile korkunç. Ama öyküde gözler varmış. "Sadece seninkiler -ben izin verdiğim sürece bakabilen, görebilen seninkiler- ve -koşulsuz şartsız- benimkiler." Balkız yazdıklarında "tüm mikroskobik iktidarlara gönderme yapan göz/bakış -hem sanatsal planda hem gerçeklik düzleminde- insanlık tarihinin başından yaşamın birçok alanında hissefilir" diyerek Michele Foucault'ya da yaslanmış. John Berger'in kitabının adı "Görme Biçimleri" ama "Görmeme Biçimleri" için olduğu kadar, "Görülme Biçimleri" için de önemli bir kaynak olduğunu düşünüyorum.

Kitap hakkında verilmiş şu özet Poz'un ve pozların görülmesini sağlayabilir mi bilmiyorum:

"Dünyanın/ötekilerin seslerini bastırmaya çalışan iç seslerin hâkimiyetinde ilerleyen Poz öykülerinde çatışma bakışlara direnmenin içsel dinamikleriyle güçlendirilir. Yazar; gündelik hayatın akışında, seslerin, görüntülerin, yığınların arasına katılan kişilerin davranış örüntülerini an’lara odaklayarak parça parça aktarır. Geçmişin, çocukluğun, ailenin, gölgesinde kaybolmamaya çabalayan öykü kişilerinin korkularının karşısına dikilip kalmaları; hayallerini, heveslerini dünyanın eylem diline çevir(e) meyişleri, durağanlıkları dikkat çeker. Karar veren ancak harekete geçemeyen, izleyen, düşünen, kahramanların yalnızlık ve korkularıyla yüzleşmeye çalıştıklarındaki kaçınma alanını ise poz vermek oluşturur. ‘Mış gibi’nin insanî yanılsamasına sığınan kahramanlar; korkmuyormuş gibi, yalnız değilmiş gibi, altını ıslatmamış gibi, sevdiği kişiden ayrılmamış gibi, ölmeyecekmiş gibi görünürler."

Stuttgart’tan Kiel’e Almanya Notları – Deniz Özbeyli

Deniz Özbeyli, Türkiye ve Almanya'nın son yüz elli yılda içli dışlı olduğundan söz etmiş, "Sanattan devlet idaresine .... pek çok alanda kesişme noktalarımız var" demiş. Alman Otto Liman Von Sanders Paşa, Ömer Seyfettin ve Fon Sadriştayn, Alman Kayzeri II. Wilhelm, Osmanlı Sultanı Abdülhamit, Sultanahmet'teki çeşme, Fakir Baykurt'un Duisburg Treni, Dede Korkut Masalları ve Dresden gibi adlara yer vermiş.

Yeni Şiirler Arasında – Şeref Bilsel

Yeni Öyküler Arasında – Jale Sancak

Şeref Bilsel Baudelarie'den "Saygıdeğer yalnızca üç varlık vardır" diyen bir alıntı yapmış. Jale Sancak "Sabahattin Ali'nin öyküleri hep merhamet, hep vicdan" demiş. Selim vicdan pusulalarını düşünmüş, Hanende Melek'i ve Hüseyin Avni'yi bir kez daha hatırlamış. Yeni şiirler, yeni öykülere karışmış.

Güz de Biter (Şiir) – Ulaş Bager Aldemir

Sokaklar Gerindi (Şiir) – Gürsel Bektaş

Bir Ben Bir Düş (Öykü) – Gülru Pektaş

Tunç Çağı (Şiir) – Hatice Sabah

Kesik Bacak (Öykü) – Ahmet Rıfat İlhan

K-e-ş-k-e (Şiir) – Umut Çiflik

Varlık Kitaplığı ve Diğerleri

“Taşın Altındaki El” / Nassim Nicholas Taleb – Branko Milanovic

Âba Müslim Çelik ile “İlhan’ın Paltosu Kanlı” Üzerine Söyleşi – Ozan Öztepe

“Ben û Sen - Bir Memleket Mekânı” /Ahmet Çakmak – Şirvan Erciyes

Fatma Nur Kaptanoğlu ile “Homologlar Evi” Üzerine Söyleşi – Merve Kırman

Alper Çeker ile “Rus Modernizmi” Üzerine Söyleşi – Çetin Çağlayan

Enes Kurdaş ile “Sevgili Kardeşim Ben” Üzerine Söyleşi – Yavuz Türk

“Peri Kızı Af Buyrun” / Polat Özlüoğlu – Münire Çalışkan Tuğ

Merve Yakut ile “Godard Makinesi” Üzerine Söyleşi – Gökhan Gök

“Güzel Günlerimiz Oldu” / Sami Karaören – Z. İrem Gönül   

Şiir Günlüğü – Gültekin Emre   

Küresel Haberler... – Zeynep Şen

18 Ocak 2020 Cumartesi

Yeni Dünyalarda Yaşam


11 Eylül'de bir ülkenin ve bir dünyanın bir kentinde yatıp uyuduğum ve 12 Eylül'de bir başka ülkede ve dünyada uyandığım gece, günün birinde dünyanın ve insanlığın tarihinin önemli bir bölümüne bir bireyin gözleriyle bakacak bir kitap yazma düşüncesine ulaşacağımı ve bu umutsuz görünen çabanın sonunda uzun bir çalışmaya dönüşerek 2000+X adını alacağını bilmiyordum. Aslında o gece, İsa'nın doğumunda bile yaşanmamış bir değişime tanık olmuştum. Bir gecede her şey değişmişti. O yıl üniversiteyi bitirmiştim ve Ankara'dan İstanbul'a gitmeye hazırlanıyordum. Gidememiştim. Bir milat galiba 1980'de olmadığı gibi 1 Ocak 2000'de de olmadı ama beklenmedik ve akıl almaz gelişmeler başlatacak görünür veya gizli olayların bir gecede veya bir günde oluverdiği çok görüldü, düşünüldü ve tartışıldı. İki bin yılından sonraki küçük büyük iyi kötü sürprizlerin ilki Stanley Kubrick'in ünlü filmine adını veren yılda geldi. 11 Eylül 2001'de dünya, Türkiye'nin 24 Ocak 1980'de girdiğinden çok daha büyük bir değişim sürecine girdi.

1980 öncesinde kuzey ve güney, doğu ve batı, sol ve sağ, yukarı ve aşağı olarak kutuplaşmış bir dünyada yaşıyordum. Daha sonraki yıllarda, soğuk savaş döneminin bittiği ve yeni bir dünya düzeninin kurulduğu öne sürüldükten sonra bile bu kutuplaşma azalmadı. 1980 öncesinde insanın politik seçimlerinin yaşamını ve dünyanın geleceğini belirlediğini düşünürdüm. 2020 yılına geldiğimizdeyse; yirmi birinci yüzyılda insanlık ve dünya için, yaşam ve gelecek için yapılabilecek en büyük iyiliğin politika denen saçmalıktan kurtulmak olduğunu düşünüyorum. Kitlelerin yoksulluğundan ve cahilliğinden yararlanarak büyük çıkarlar sağlamak için oynanan bu tuhaf oyunlar yirmi birinci yüzyıla uymuyor. Dünya kaynaklarını gezegendeki yaşamın geleceğine en az zarar verecek ve herkesin daha iyi yaşamasını sağlayabilecek şekilde kullanmak artık mümkün olabilir. Bunun için küresel boyutta büyük kaynakları dengesizliklerin sürmesini sağlayacak barajlar ve göstermelik seçimler yapmak için kullanmaya gerek yok. Ekonomileri geliştirmek için toplumların geniş kesimlerini daha da yoksullaştırmaya gerek yok. Politik güç sağlama oyunlarıyla iç ve dış, bölgesel ve küresel çatışmaları, hatta sürekli ve küresel savaşları göze alarak kumarlar oynamaya gerek yok. Bir an durup nereden başlayarak nereye geldiğimizi düşünmek, sonra daha önce bildiğimiz her şeyi unutarak artık herkesle ışık hızında konuşabildiğimiz bu dünyada yaşamı nasıl sürdürebileceğimizi araştırmak yeter. Dünya devletleri ve liderleri bunu yapmak istemeyebilirler. Politik ve toplumsal yapılar henüz buna hazır olmayabilirler. Ama ekonomik göstergeler artık küresel alarmları düzenli olarak veriyor. Yalnızca kendi gemilerinin değil, dünyada yaşamın sürebilmesi için gerekli tüm gemilerin de yürümesi gerektiğini bilen bütün kaptanların bunu dikkate almasında ve gerçekten yeni yöntemler ve yaşama biçimleri bulabilmek için birbirleriyle görüşmesinde yarar var. Yeni dünyanın ekonomisinin sağlıklı çalışması ve toplumların iyileşmesi için, yeni bir politika anlayışında uzlaşılması gerekiyor. Bilinen yaklaşımlar ve bunlara göre kurulmuş yapılar yeterli görünmüyor. Sol ve sağ düşünce karşıtlıklarına, doğu ve batı inanç farklılıklarına dayanan eski tanımlar çözüm getirmiyor.

Yeni dünya politikası, belki de ancak basitleştirilmiş bir sol ve sağ dengesi üzerinde kurularak sağlıklı gelişebilir. Bir doğru parçasının merkezini tam olarak bulmak mümkün değildir. Solda sosyal devletin sağdaysa serbest ekonominin olduğu yaklaşımıyla; bunların yakın dengesini savunanlar merkez sol ve merkez sağ, sosyal devlete ya da serbest ekonomiye daha fazla ağırlık verilmesi gerektiğini savunanlarsa sol ve sağ olarak adlandırılabilir. Günümüzün politik düşüncelerinde ve yapılarında etnik ve din temelli ayrılıkların hâlâ belirleyici olması çağa uymuyor, konuşarak birbirimizi anlamamızı ve ışık hızında iletişim kurabildiğimiz bu yeni dönemin olanaklarından yararlanabilmemizi engelliyor. Kişisel olarak bir politik yaklaşımım olacaksa, bunun "bu dört ana bileşenin kendilerini ve birbirlerini tanıyarak birlikte düzelip gelişebilecekleri bir sistemin kurulması gerektiği" olduğunu, benimse 2020 yılının bu ilk günlerinde dördüne de eşit uzaklıkta olduğumu söyleyebilirim. Birbirimizle konuşabilmenin ve birbirimizi anlamanın yollarını bulamazsak, bir geleceğimiz olamaz. İki kişi olup bir evde de yaşasak, yirmi kişi olup küçük bir dernek de kursak, iki yüz milyon ya da iki milyar da olsak durum değişmez. Birbirimizle konuşabilmenin ve birbirimizi anlamanın yollarını bulamazsak, bir geleceğimiz olamaz.

Evrenin bir yerlerindeki başka dünyalarda yaşam olabileceği düşünülüyor. Bunun ne kadar gerçek olduğunu bilmiyorum. Ama yaşadığımız dünyayı daha iyi bir yer yapamazsak, bulunacak yeni dünyalardaki yaşamın bizim için bir anlamı olacağını hiç sanmıyorum.

2000+X "Uzun Bir Arayışın Kısa Öyküsü", Kitap

8 Ocak 2020 Çarşamba

Sincan istasyonu'nda Edebiyat


Sincan istasyonu
Kasım-Aralık 2019, 104

"Sincan İstasyonu 100. sayıda" başlıklı bir yazı yazmış Doğan Hızlan, 28 Mayıs 2019'da:

Şair Abdülkadir Budak’ın yayımladığı iki ayda bir çıkan edebiyat dergisi “Sincan İstasyonu” 100. sayıya ulaştı. Türkiye’de bir edebiyat dergisinin 100 sayı yayınlanabilmesi gerçekten önemlidir.

Budak, 100. sayının başındaki “Yüzüncü Sayıyı Gördüm Ya...” yazısında bir derginin, dergiciliğin öyküsünü kaleme dökmüş:

“Şairlere söyleyecek söz bırakmamış olan Cemal Süreya, bir defasında da ‘Edebiyat dergileri batmak için çıkar’ demişti. Sincan İstasyonu, Bu sözün aksini kanıtlayan dergilerden biri oldu. İnsan gibi dergiler de ölümlüdür elbet; ne var ki, ne kadar yaşarsa o kadar iyi. Edineceği ve gün geçtikçe artacağına inandığı okurlarına güvenerek yola çıkmış olmak, bir kez olsun gecikmeden, aksamadan 12 yaşına basmak, 100 sayıya ulaşmak meseledir. İlk ve son kertede bu iş bir gönül, yaptığından sevinç duyma işidir. Dergi dediğin edebiyata, edebiyatçılara olduğu kadar, çıkarana da iyi gelmelidir. Hatta bu öncelikli olmalıdır. Bana da öyle gelmeseydi yüz’ü göremezdim."

SİNCAN İstasyonu’nda şimdiye kadar 407 yazarın ürünü yayımlanmış. Budak’ın “Ya Şiir Olmasaydı” kitabının başında şöyle bir ad var:

“Kişisel Şiir Tarihi”.

Önsöz Yerine’de ayrıntıya giriyor:

“İçinde, mutfağında, başında bulunduğum dört dergi (Ozanca, Hakimiyet Sanat, Şiir Odası, Sincan İstasyonu) başta olmak üzere, 47 yıla yayılmış olan onca kitap ve bunların serüvenleri yankıları. Az şey değil. Kimler ne düşünür, nasıl karşılar bilemem ama bana göre bunların anlatılma, kâğıda dökülmelerden oluşan bu kitabın vakti gelmiştir. Sezai Karakoç’un, ‘Övgüler de, yergiler de dayanıksızdır. Şair dayanıklı olduğu ölçüde kalacaktır’ sözü de rehber oldu bana.

( Doğan Hızlan, Sincan İstasyonu 100. sayıda, http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/dogan-hizlan/sincan-istasyonu-100-sayida-41227790
)
....
Kasım-Aralık 2019 sayısıyla, Sincan İstasyonu okurlarıyla 104. kez buluşmuş. Edebiyat dünyasından sesler getirmiş.

....

Sincan İstasyonu'nda Yaşam

Sincan İstasyonu'nun genel yayın yönetmeni Abdülkadir Budak, fotoğraf danışmanı Mahmut Turgut, hukuk danışmanı avukat Emel Budak Çavunt. Biliyorum, pek normal değil yaşadığımız dünya. Yine de biraz tuhaf geldi bana, yalnızca özgürce ve güzel konuşmak isteyen sanat için, bir hukuk danışmanı gerekmesi.

Bir kayıp haberiyle başlamış "Edebiyat Dünyasından".

Nedret Gürcan'ı kaybettik. Gürcan'ın yapıtlarından bazıları: Yaşadıkça Aşk, Bulut İndi, Benim Sevgili Taşram, Hoşçakal Dinar, Yaşanmış Yazlık Öyküleri, İzmir'de Üç Gün Bir Gece.

Yaşadıkça, bir şiir gibi okunabiliyor yapıt adları, giden bir şairin ayrılışında bile.

2019 Yunus Nadi Şiir Ödülü Âba Müslim Çelik ve Hakan Savlı'ya verilmiş. Mersin Kenti Edebiyat Ödülü'nün bu yılki sahibi Nursel Duruel olmuş. İzmir Karşıyaka Belediyesi Edebiyat Ödülleri Kapsamı'nda 2019 Şükran Kurdakul Şiir Ödülü, Özgen Seçkin'in dosyasına verilmiş.

....

Adnan Binyazar, İsmail Uyaroğlu ve Kedi Severlik

Adnan Binyazar, kedileri seven bir şairden söz etmiş. Otuz sekiz yıl sonra ismail Uyaroğlu'nun Kedileri Severken Ağlayınız'da bir araya getirdiği şiirlerini okurken, İsmail Uyaroğlu'nun şiiriyle ilgili düşüncelerini "nedenlere bağlayarak açıklamak" gereğini duymuş. Dünyayı "kedileriyle birlikte" kucaklamış. "Kedi imgesi, Uyaroğlu'nun şiirinde kendi özünü arayışlarının lirik söylemidir" demiş.

İsmail Uyaroğlu'nun şiirinin derinliklerine inilecek yolu, Utanç Ağıtı'yla göstermiş. İsmail Uyaroğlu'yla ağlamış. "Yazıyoruz Metin ve Behçet'le / Küllerin arasında". "Utançla battı o gün güneş". "Kemiriyor İsmail'i keder". "Kedileri severken ağlayınız".

....

Hüseyin Peker, Gültekin Emre

Hüseyin Peker "yoksa şiir miydi, ya da sinema?" diyer sormuş. Sonra "evden dışarı çıkmıyor", "alıştıra alıştıra varılıyor ölüme" demiş.

Gültekin Emre "Öyle söylenmez, böyle ölünür çarpım tablosu gibi" diyerek Özdemir Asaf'a birinci ve ikinci ekleri eklemiş. "Asil bir şeydir yazmak seni göre göre" demiş, "yaşamak neyse ne". Değeri bilinmeyen bir iş midir yaşamak.

....

Ümit Yıldırım

Ümit Yıldırım Edebiyatın Gülen Yüzü'ne, kendisiyle tanışmak isteyen bir yazara "Tanışmayalım" diyemeyince onunşa buluşan ve masadan kalktıktan sonra karşı kaldırımda molozları kamyona doldurmakta olan kepçeyi bir süre izleyen Murat Yalçın'dan söz ederek başlamış. "Şair bu ya!" diyerek Baki Suha Ediboğlu ve Yahya Kemal'den, "Kara Bohem" diyerek Yakup Kadri'den ve Yakup Kadri'nin İsviçre'de grip salgınında ölen yakın arkadaşı Şehabettin Süleyman'dan, babasının adı "Asaf" olan Özdemir Asaf'ın babadan kalma köşkündeki zil sesinden ve İlhan Berk'in irkilip korkmasından söz etmiş.

....




Eray Canberk

Adil İzci, Eray Canberk'le bir söyleşi yapmış. Canberk'in şiirlerine topluca yer veren "Kent Kırgını", kapağında 1960-2010  bilgisini taşıyormuş. İzci, daha sonra yeni bir şiir kitabı yayımlamamış olan Canberk'e yeni bir kitabın ne zaman geleceğini sormuş. Canberk, "toplu şiirler" sonrası yazdıklarının bir kitap oluşturmadığını söylemiş. Ustası ve sevgili şairi Necatigil'i anmış. Onun deyişiyle, "... bazı şiirler bazı yaşları bekler" demiş. Doğma büyüme İstanbullu olan Canberk, çocukluktan başlayarak yaşanan yerlerin kişiyi etkilediğini, yaşanan yerlerin "havasının" şiire sindiğini anlatmış. Kısa süreli birkaç kısa süreli ayrılık dışında seksen yılının İstanbul'da geçtiğini anlatmış. Edip Cansever'in "İnsan yaşadığı yere benzer" dizesinden, İkinci Yeni şiir anlayışı ve 1960 kuşağının daha önceki şiirle kurduğu bağlardan söz ederek şiir dünyasından esintiler getirmiş. Başlangıçta İkinci Yeni şairlerinin şiirlerini kendine uzak bulurken şimdi Turgut Uyar ve Edip Cansever olmadan yapamaz olduğunu belirtmiş. Varlık, Yeditepe, Yelken, Yeni Ufuklar, Ataç gibi dergiler  gençlerin çıkardığı kısa ömürlü dergilerdeki kümelenmelere değinmiş.

 "Nuruosmaniye'deki 'İkbal Kahvesi'ne de uğradığımız olurdu ama Orhan Kemal, Edip Cansever gibi 'baba edebiyatçıların' masasının yakınına oturur, belli etmeden kulak misafiri olurduk ancak!..."

"Merak edenler Papirüs dergisinin Mayıs-Haziran tarihli 'Yelken, 60 Kuşağı Dergisi' özel sayısına bakabilirler..."

Şiir anlayışında Orhan Veli ve Özdemir Asaf etkisinden, sınıf arkadaşı Afşar Timuçin'in uyarısından, Şükran Kurdakul'un öğüdünden, Necatigil'i keşfinden, "poetika" yerine "şiirce" demeyi yeğlediğinden, şiirini bulduğundan ve bu çizgiyi sürdürmeye çalıştığından, "şiir serüveni boyunca değişimi / değişimleri göze alan şairlere büyük hayranlık" duyduğundan söz etmiş. Ama bu işin ona göre olmadığını eklemiş.

Belki de zor olan, gerektiğinde kendiliğinden değişerek hep daha güzel yerlere götürecek bir çizgi bularak onu koruyabilmek. Belki de asıl zor olan yaşamayı öğrenebilmek. Belki ölümü kabullenebilmekten bile zor.

Adil İzci Eray Canberk'in dünya şiiri ve özellikle Fransız şiiriyle ilişkisine ve şiir çevirisi konusuna değinmek istemiş. Canberk çeviri konusunda bir ya da iki şair üzerinde yoğunlaşmak istediğini ama bunun olamadığını belirtmiş. "Bir Mallarmé çevirmeni" olarak tanınmak isteyebileceğini söylemiş.

Eray Canberk'in annesi "neden böyle boynu bükük, yoksun, kırgın şiirler yazıyorsun?" dermiş. Tahsin Yücel "İnsan yazdığı şeydir",  Bilge Karasu "Nasıl yazıyorsam öyleyimdir" demiş. "İnsan Yazdığı Şeydir adlı ve Tahsin Yücel'in bazı yazılarından derlenmiş kitabı Mukadder Özgeç hazırlamış.
 
Adil İzci "benim hep ustalarım oldu / şairlik üzre / yaşlı yaşıt genç" diyen "Ebrular" 56 hakkında Eray Canberk'e bir soru sormuş, gençlerin nasıl, hangi yönleri ve değerleriyle usta olduğunu öğrenmek istemiş. Canberk 70, 80 ve 90 kuşağı şairlerinden ve içinde oldukları şiirce birikiminden söz etmiş. "Etkisinde kalmamak" için okumayanlarla ilgili soruya bir alıntıyla karşılık vermiş. "Şiir yazarak değil şiir okuyarak şair olunur."

....

Aydın Afacan

Tuhaf sözcükleri birleştirmiş Aydın Afacan. İlk deniz demiş, günah demiş, şar demiş, körfez demiş, gel günah ol demiş. "Başka bir İldiko, evet..." diye bir de not düşmüş.

....

Halil İbrahim Özbay

Halil İbrahim Özbay, "Şiir Üzerine dokundurmalar ya da küçük fırça darbeleri" başlığı altında tarihli
notlar getirmiş. 10.10.2017'de; "geçmişteki olay ve olguları, bir tarihçi refleksiyle, siyasi ve teknik açıdan değerlendirmek yerine, ayrıntılarda kalmış trajik ve şiirsel yanları bulup ortaya çıkarmak" için çaba gösterdiğinden ve "işin içinde insan olduğuna göre, tarihsel bir olayda bile, satır aralarında kalmış gizli bir hikâye, bir şiir yattığına" inandığından söz etmiş. "Devletlerin hikâyesi olan olayların içinde yer alan insan unsuru, o olayın amacına ve sonucuna hizmet eden bir ayrıntıdır", "bir edebiyatçının bu görüşe katılması asla ve kat'a olası değildir" demiş. Yaşadığımız on binlerce yılı ve son yirmi yılı ve ondan önceki iki bin yılı düşününce hiç kimsenin, "kalbinin delinmiş yerlerinden edebiyatçılığı uçmuş" ve kurumuş bir tarihçiye dönüşmemesini, yaşamların doğanın ve insanın geçmişlerini ve özlerini anlayarak güzelleşmesini diledim.

10.10.2017'deyse Özbay,"altı yüzyıl sürmüş Osmanlı'da şiirin ve şairin izini" sürmüş. "Sahte sofuluğu yererek içtenliği, doğallığı, yaşama sevincini, zengin hayali, insana değer katan zarif aşkları" yücelten bir şairden, 17. yüzyılda yaşamış Yahya Efendi'den söz etmiş. İki gün sonraysa, "Arthur Rimbaud'yla hemen hemen aynı yıllarda, Fransa'da yaşamış olan Charles Vernay adlı" şairden söz etmiş. Vernay, "okuduğu tarih kitaplarından etkilenerek Osmanlı kültürünü merak etmiş", "kendi kendine Osmanlı Türkçesini ve şiirini öğrenmiş, aruz ölçüsüyle şiirler yazmış". 

....

Hürriyet Yaşar

Okuma Güncesi'nde yazmış, 11 Temmuz 2009'da Metal Fırtına adlı romanı okuyormuş Hürriyet Yaşar. 11 Temmuz 2019'da bir ek gelmiş, romandaki "güzelsanat giysisi, neresinden tutsanız orasından sökülüp dökülüyor" denmiş. "2004 yılında çokan bu kitaba, 'çok satar' listelerinden silindikten sonra, 2009 yılında beni çeken neydi?" diye sormuş Hürriyet Yaşar. Kaba saba romanın çobanla bittiğini söylemiş. "Dil çağrışımdır" demiş. 13 Temmuz 2012'deyse, İranlı yazar Celal Hosrovşahi'nin Füruğ'un Öyküsü'nü okuyormuş. Onat Kutlar'ın önsözünden, Necati Güngör'ün öykülerinden, Fethi Naci'den, güzellik ölçütlerinden söz etmiş. 19 Nisan 2019'da da, Melih Cevdet Anday'ın Gizli Emir romanındaki kişiler özellikleriyle ilgili bir sorunu dile getirmiş.

....

 OsmanSerhat

Osman Serhat "Ailemizde şairler vardır" diyerek anlatmaya annesinin annesinin dedesi Yozgatlı Said Fenni'den başlamış. 1967'de 12 yaşındayken "Sömürülen Anadolu" diye bir şiir yazmış. İlk şiiri Mayıs 1970'te okul dergisinde yer almış. Cemal Süreya Kadıköy Merkez Kıraathanesi toplantılarına çağırmış. Kasım 1975'ten başlayarak toplanarak daha çok İlhami Bekir, Fazıl Hüsnü, Sabahattin Kudret ve Cemal Süreya ile oturmuşlar. Yaşam zorluklarla sürmüş. Osman Serhat, bugünlere gelmiş.




Abdülkadir Budak

Denektaşı'nda Abdülkadir Budak, "bir cümle için Kayseri'den İstanbul'a" gidişinin öyküsünü yazmış. 14 Temmuz 2016'da Mine Ömer, "TV ekranının karşısında yorulan kalbinizi, edebiyat yeniler" demiş. KURŞUN KALEM Edebiyat Dergisi'nde Abdülkadir Budak dosyası yer almış.


....

Gidilebilecek epey yer var, Sincan İstastonu'ndan:

Yunus Koray
YOKLUĞU ÖRTÜNMEK
Işıktan daha önce görülebilir
Zamanlar bu karşı aynada  

Şiir Evreni
Şiir Evreni adını taşıyan antoloji nedeniyle, Romen Şiiri Üstüne, bir şiir evreni buluşması yapılmış. Osman Bozkurt, Emin Şir ve Nicolae Georgescu konuşmuş.

Eren Şahin
Eren Şahin bir cenaze marşı ve yeni başlayanlar için helva tarifleri hakkında yazmış. Hangisi seçilebilir ki "bir park için isim önerileri" arasından? "O vahşi delikanlıların ardından?"

Meltem Dağcı
Meltem Dağcı, bir "Kâğıt Yiyen Ejderha" öyküsü anlatmış.

Nalan Tuntaş
Nalan Tuntaş, Zeynep Kurada'nın "Hayatımın Çoğunda Yoktum" romanını tanıtmış.

Şerif Erginbay
Irmaklar gibi kıvrılmış Şerif Erginbay'ın şiirinde hayat.

Facebook Ortamı
Sincan İstasyonu "Facebook Ortamı" başlığı altında, sosyal iletişim ağlarında yapılan tartışmalardan alıntılara yer verecekmiş.

Latife Tekin
2019 Erdal Öz Edebiyat Ödülü Latife Tekin'e verilmiş.




Genç Şairler
Genç şairler bölümünde Eren Şahin, Batuhan Külekçi, Ferhat Nitini Kaan Eminoğlu ve Mehmet Sezgin Sarı
adları yer almış.

Sincan İstasyonu'nda Yazar-Editör Buluşması
Yazar-Editör Buluşması, her ayın ilk cumartesi günü Abdülkadir Budak ve Emel Güz'ün katılımıyla yapılacakmış.

27 Aralık 2019 Cuma

Deliler Teknesi'nde Yaşam


deliler teknesi'nde yaşam
kasım-aralık 2019, 78

Nilgün Marmara'nın Yabancıları

Bir yabancıdan söz etmiş Nilgün Marmara bir deliler teknesinin altmış üçüncü sayfasında. Görüp tanımak ve anlamak kolay değil o yabancıları. "Yabancı"... Sen! Kimdin sen, "yaslanırken" "ışığın biberi yaramıza", kurtulabilir miydi insan yarattığı bu tuhaf evrende yabancı olmaktan? Yaşamın ölümünden? Yabancılığın acı bir öyküsünü anlatmış Nilgün Marmara, "güzdü sonsuz bir çöle takılan bakışımız" demiş, "bilmedik çekenin yanlış bir uzaklık olduğunu" demiş. "Yabancıların en yakını" onu bulabilmiş mi? Bilmiyorum. Ama Derya Balcı, "Ya sonra" diye başlayarak "Ve son engeli de aştığımızda kendimizi Marmara'nın serin sularında bulduk" demiş. Evet, "güzdü sonsuz bir çöle takılan bakışımız".

https://www.facebook.com/marmara.nilgun/
Nilgün Marmara, (13 Şubat 1958 - 13 Ekim 1987).

Edebiyat ve İntihar, deliler teknesinde

"Edebiyat ve İntihar" dosyası bir salıncakla başlamış. Salıncakta görünmeyen o kadın ve erkek, şimdi hangi zamanın uzayındalar?

Hülya Soyşekerci'nin Günlükleri

Hülya Soyşekerci günlüklerinden Ahmet Oktay'ı ve Stefan Zweig'ı getirmiş. "Yaşam yerine ölümü seçen şair ve yazarlar, Ahmet Oktay'ın dizelerinde her biri birer şiir halinde gözlerimin önünden geçtiler" demiş. 1987'de yayımlanan Yol Üstündeki Semender'i "intihar eden sanatçılar için yazılmış, derinlikli bir yapıt" olarak nitelemiş. Kitap "Beni intihar ettiler" (A. Artaud) dizesiyle başlıyormuş. Hülya Soyşekerci Ahmet Oktay'dan Epilog'la biten yapıtın son dizelerini aktarmış. "Bu kitabın adınnı andığı / ölümlerini bir bir / denemeye çalıştığı 12 insan / korkak oldukları kadar cesur / umutsuz oldukları kadar umutluydular." Sonra stefan Zweig'ın ve günlüklerinin öyküsünü ve öykülerini anlatmış. 16 Haziran 1940 tarihli günlüğünde Zweig "Hayatlarımız on yıllarca düzelmeyecek, benim önümdeyse on yıllar yok", 28 Haziran 1940'ta "Avrupa'yla birlikte ölmek gerekmez mi?" demiş. Karısı charlotte ile birlikte ölüme gitmeden önce bir mektup bırakmış. Kleist yazdığı biyografide Zweig'ın "kendi yaşamından bir şiir yaratarak" öldüğünü söylemiş. Şimdi ben, Nâzım'ın ve Zweig'ın öldüğü yaştayım. Yaşımın ve geçmişin geleceğinde yaşanacakları biliyor olmanın şımarıklığıyla sesleniyorum dünyayı 1942'de bırakan altmış bir yaşındaki Zweig'a. Ah Stefan, keşke üç yıl daha bekleyebilseydin ve "Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm" diyebilseydin.

Füruğ ve Meltem

Füruğ Ferruhzad "sessizlikti ve meltem / perdeyi uçuruyordu" demişti ve Meltem Dağcı distopik geleceklerin birinden söz ediyordu.
https://www.turkedebiyati.org/furug-ferruhzad/
https://www.facebook.com/ferruhzad.furug/

Ettore Schmitz'in Şakaları

Gönül Ocak, İtalo Svevo'nun "Kötü bir Şaka" ve Joel Kovel'in "Arzu Çağı" adlı kitaplarından ve Müge Yüksel'in Svevo hakkındaki tez çalışmasından yola çıkarak, "Bilinçaltında Gizli Bir Tutku" başlıklı bir yazı yazmış.

Zeynep Kurada'nın Sebepsiz Günü

"Sevmeye değecek bir şey yok / Yaralı kuşlardan başka" demiş Zeynep Kurada. "Sebepsiz bir gün için", "For a Reasonless Day", "There is nothing worth loving / Except wounded birds" diyebilir miyiz? Şiir çevrilebilir mi? Zeynep Kurada "İyi bir şeylerden kalan toz bulutları" diyerek havadaki seslerden ve anılardan da söz etmiş. Toz bulutları'nın birliği, bir Neruda şiiriyle anlatılabilir mi, yaşanabilir mı?

Aydın Şimşek'in Psikolojik Zamanları

Walter Benjamin'den anlatının "enformasyonun yoksun olduğu genişliğe" uzanmasıyla ilgili bir alıntı yapan Aydın Şimşek yazısında sanat tarihinin derinlikleriyle fiziki ve psikolojik zamanlarda dolaşmış. Rönesansın ilk dönemlerinden başlayarak sanatın ve yapıtlarının bilinen ve henüz pek bilinmeyen akımlara uzanan yolculuklarını anlatmış. 1960'lı ve 70'li yıllara ve sonrasına uzanmış. Yazısına kartopu yöntemiyle yazılmış bir şiir de koymuş. Psikolojik zamana dayalı anlatılarda, yaratıcı düşünce ve dilin deneysel olanağının yabana atılmaması gerektiğini söylemiş.
https://www.kanguruyayinlari.com.tr/
https://www.facebook.com/kanguruyayinlari/

Ali Günay'dan Uyulmayacak Öğütler

Bu dünya üzerinde kendisine öğüt verilmesinden ve öneriler getirilmesinden hoşlanan kaç kişi bulunur bilmiyorum ama yüzlerce, belki de binlerce yıldır "akıllar pazarda satılığa çıkmış, herkes kendi aklını almış" dendiğine göre bu tür kişiler varsa bile sayıları pek fazla olmasa gerek. Ali Günay da, kimsenin zaten dikkate alıp uymayacağını bildiği için olsa gerek, biraz uzun başlıklı bir yazı yazmış. "Öğüt ve öneriden nefret eden genç yazar ve şairlere asla uymamaları gereken öğüt ve öneriler". Zamanla, kitapla, öğrenmekle, yetenekle, ustalıkla, gelecek ve geçmişle, düşünmek ve kaygılanmakla, yeteneğe inanmakla, "ben anlatıcı" olmakla, şair ve yazar olarak tanınmakla, post modern kimliklerle, gerçekler ve hakikatlerle, sisli kurgu gerçeğiyle, tabu yıkıcı olmakla, kaosla ve gerçek ötesiyle, sözcüklerin kelimelere ve tümcelerin cümlelere dönüşmesiyle, imgelerin üst dilleri ve imgeleriyle, edebiyat etkinliklerinden nasıl yararlanılabileceğiyle, konuşmacı olmanın incelikleriyle ve romana ve başka alanlara zıplamanın önemiyle ilgili düşüncelerini yirmi maddede yazmış. Yirmi birinci ve sonraki maddeleri de genç yazar ve şairlere ve onlara öğüt vermek isteyebilecek deneyimli yazar ve şairlere bırakmış.

Ü.Gülsüm Bülbül'den Ölmeden Önce Okunması Gereken Kitaplar

Virginia Woolf 1882 yılında Londra'da doğmuş. Mina Urgan "Virginia Woolf" kitabında onun yaşamını altı bölümde incelemiş. Ü.Gülsüm Bülbül yararlandığı diğer kaynakları Erendiz Atasü'nün "Benim Yazarlarım", Hülya Soyşekerci'nin "Yazarlara ve Yapıtlara Yönelik Okumalar", Virginia Woolf'un "Bir Yazarın Güncesi" kitapları ve Asuman Kafaoğlu Büke'nin Cumhuriyet Kitap Eki'ndeki "Bir Odam Olsa" yazısı olarak belirtmiş. Bu arada galiba Selim'in veya bir arkadaşının "Kendime Ait Odalar" adını verdiği küçücük bir öyküsünde de "Gerçekten kendime ait bir odayı hiç bulamadım" gibi bir cümle yer almış ama öykünün izini hiçbir yerde bulamadım. Henüz bitiremediği için paylaşmamış olmalı.

Hatice Sönmez Kaya, Ali Günay ve Arka Bahçe'ler

"Söz Uçar" diye lafa başlayıp daha sonra Arka Bahçe'de "Eski yeni demem laf alır satarım" diyen yazarı tanıtan Hatice Sönmez Kaya, Ali Günay için şöyle demiş: "Geçmişten günümüze belletilen özdeyişleri, atasözlerini bizim bildiğimiz dışında yorumlar. Yepyeni ufuklar açar dağarcığımıza hem de bilgece." Bir arka bahçede "doğaldı doğa insan eli değdi" demiş Ali Günay. Peki insanı kim yarattı? İnsan nasıl insan olamadı?

Tansel Timur'un "Yine Hüzzam" Üzerine Çeşitlemeleri

Tansel Timur, Ş. Didem Keremoğlu'nun "Yine Hüzzam" kitabını tanıtmış. Kitabı başarıyla tanıtmakla kalmamış, bir de yazardan aldığı telefonun ve yaptığı tanıtımın öyküsünü yazmış. Ben de Ali Günay'ın uyulmayacak öğütlerine bir ek yapabilirim: 21. Sakın ha Tansel Timur gibilerin edebiyata dışarıdan bakıp önerdiği 'Yine Hüzzam' gibi geçmişe takılıp kalmış kitapları okumaya ve anlamaya kalkmayın."

Zerrin Saral'dan Sanatta Şiddet ve Trajedisi

Şiddetin sanatın bütün dallarında yaratımı tetikleyen güçlü bir tema olarak karşımıza çıktığını söyleyerek veya öne sürerek söze başlayan yazıda üç alt başlık bulunuyor. "Tragedyaların Oluşumunda Etken Mitoslar", "Artemisia Gentileschi ve Georgia O'Keffle'nin Ortak Trajik Yazgısı" ve "Garip Meyve: Kadına Şiddet Olgusunun Modern Zamanları". Yazıda Susie MacMurray'in resmiyle birlikte üç görsel kullanılmış. Artemia Gentileschi 1593-1652 yılları arasında yaşamış. Bulunduğu dönemde kadının var olma mücadelesinin simgesi olarak biliniyormuş. On dokuz yaşında tacizine maruz kaldığı kişi serbest bırakılınca, yaşadığı travma sanatına yansımış. Yarattığı Judith kendinden farklı, olgun ve fazlasıyla cesur bir kadınmış. Georgia O'Keeffe tablolarında kadın bedeniyle özdeşleştirdiği çiçekler öne çıkıyormuş. Küratörlüğünü yaptığı Garip Meyve sergisinin açılışında Hasan Bülent Kahraman Susie MacMurray için sanatçının "kadın odaklı mitolojik ve ideolojik unsurları kendi kadın algısıyla tekrardan yorumlayarak eserlerinde feminizme dair yeni bir dil oluşturmayı" başardığını söylemiş.

Esperança Camara, Gentileschi, Judith Slaying Holofernes, https://www.khanacademy.org/humanities/monarchy-enlightenment/baroque-art1/baroque-italy/a/gentileschi-judith-slaying-holofernes

Georgia O'Keeffe, Autumn Trees - The Maple 1924, https://www.georgiaokeeffe.net/autumn-trees-the-maple.jsp

Susie MacMurray, A Mixture of Frailties 2004, https://www.susie-macmurray.co.uk/images/garment-sculptures/mixture-of-frailties

Meral İpek, Ahmet Zeki Yeşil, Ümit Yıldırım, Özlem Doğan Kasırga,
Duygu Gücük Eren, Yurdagül Sarıbaş, Berrin Yelkenbiçer,Ezgi Uzgel

Meral İpek'in Onuncu Perisinin Düşleri

Bir soru sormalı "yalnızca balıklar dingin / içinde oldukları çılgın suyu / umursamayan" diyen Meral İpek'e. Gerçekten dingin mi balıklar? Büyüklerin küçükleri. Küçüklerin yaşamı. Bulamama korkusu olmadan.

Ahmet Zeki Yeşil'in Kralının Ülkesi

Binbir ülkeden tuhaf birinde yaşayan bir kralın öyküsünü anlatmış Ahmet Zeki Yeşil. Ama böyle bir ülkede yaşayan bir kralın nasıl keyifli olabildiğini ve hazinesinin değirmenlerinin suyunun nereden geldiğini pek anlamadım.

Ümit Yıldırım'ın Kütüphanecisi

İnsan bir kez Freud'un eline düşmeyegörsün, elinden kimse kurtulamazmış. Rastgele yaşıyormuşuz. Nevrotik oluyormuşuz. Tuhaf sözcükler aynı öyküde buluşmuş. "Beş yıl aynı yastıkta. Annesinin üzerinde söndürdüğü sigaranın yanık izleri. Dünyanın çivisi. Bir anne. Öz çocuğu. Anne ve babayla toslaşma. Pestil olmak. Fışkı kültürü. Çukur. Kadife kumaş. Zımpara kâğıdı. Anlak tulumbası. Meşrutiyet Dönemi. Pert olmuş biri. Roman. Bir eski zaman kitabı. Gazeteler. Kardeşim. Yaptığı haberler. Lavabo. Sessizlik. Mutfak masası. Pikapta plak. Yatak odası. Plastik nesne. Çocuk. Oyun. Yazar. Ayna. İçimdeki avgan. Portreler. Notalar. Yüzüm. Gerginlik. Eridi. Masal. Nefes. Yangın. Müzik. Sessizlik. İnsan bir kez Freud'un eline düşmeyegörsün, elinden kimse kurtulamazmış.

Füruzan Uysal'ın GoneNotGone'ı

Füruzan Uysal "zekâ robotları" için bir kullanım alanı bulmuş. Kara Ayna'nın "Hemen döneceğim" diyen ilgili bölümüyse çok daha ileriye gitmiş.
Be Right Back
Charlie Brooker, Black Mirror, https://www.netflix.com/tr-en/title/70264888

Özlem Doğan Kasırga'nın Balbal Nizam'ı

Özlem Doğan Kasırga anlatmış. "Bir şeyin peşinden koşar herkes" demiş Nizâmi-i Gencevi. Ozanmış. Kuma hasret yaşarmış. Özlem Doğan Kasırga, "bilinmeyenden korunmak için daha da bilinmeyene yol" almış. Kehkeşan'la buluşmuş.

Duygu Gücük Eren'in Deniz Manzaralı Odası

Duygu Gücük Eren kendine ait bir oda bulabilmiş olsa gerek, Deniz Manzaralı Bir Oda'yı yazmış. Kader ağlarını çekip sere serpe yatarken, bir Hülya'nın bir Haldun'u, üniversiteli kızlara "Antik Yunan Filozoflarında Erdem Kavramı"nı anlatıyormuş.

Yurdagül Sarıbaş'ın Kasabadaki Baba ve Giden Oğul Öyküsü

Gitmek. Bir kasaba, bir anne, döven bir baba, giden bir oğul, bir Funda, sonunda istemeden gelen bir oğul, öfke, uyku, acı, bir ölüm. Yaşam.

Berrin Yelkenbiçer ve Yılan

Berrin Yelkenbiçer küçük bedenlere bulaşan bıyık karalarının ve yılanların izi olmayan zehirlerinin öyküsünü yazmış.

Ezgi Uzgel'in Lolita Öyküsü ve Lolita'ları

Ezgi Uzgel iki Lolita'yı ve ikisinden birinin yeniden doğuşunu anlatmış.

deliler teknesi

https://www.kanguruyayinlari.com.tr/
https://www.facebook.com/kanguruyayinlari/

21 Ekim 2019 Pazartesi

Yalnız Gezen Kitaplar


Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar. Yeryüzünde sizin kadar yalnızım.

Galiba yaşam, ışıktan düşen ve her an parlayıp kaybolan izleri görmeye ve duymaya, koklamaya ve tatmaya, dokunmaya ve hissetmeye çalışmaktan ibaret.

Ne yazık ki hiçbir zaman insanların arasında, toprağın üzerinde yürüdüğüm ve denizin içinde yüzdüğüm kadar rahat olamadım. Bunun nedenlerini anlamak hem kolay, hem de evrenin çözülmesi en zor bilmecesini çözmek kadar zor. Aklımın içindekilerle tenimin dışındakiler arasındaki ilişkinin çelişkilerini kavrayamadığım için zor. İnsan beyninin kendi içinde dönüp durmaya ve kendini yüceltmeye ne kadar yatkın olduğunu hatırladıkça kolay.

Bir arkadaşım bizim gibi insanların bir anlamda sosyal özürlü olduğunu öylemişti.  Bu görüşünü, sosyal bir insanda insanların ve evrenin tüm seslerini aynı anda görüp duyabilme becerisi olması gerektiğine dayandırmıştı. Haklı olmalı. Eskiden beri aynı anda iki kişiyi dinlemekte ve iki işi birlikte yapmakta güçlük çekerim. Işık hızında iletişim kurabildiğimiz, çok işlemcili bilgisayarların ve bulut sistemlerinin egemen olduğu bu yeni çağda herkes gibi ben de kaçınılmaz olarak değiştim. Artık ses çok yüksek değilse, kitap okurken
müzik dinleyebiliyorum. Ama çok işlemlilik derecemin, sosyal insanlara ve yapay zekâ mucizelerine yaklaşabileceğini hiç sanmıyorum. Korkarım, toplu görüşmelerde sağlıklı ilişki kurabilmeyi hiç başaramayacağım, aynı anda yalnızca tek bir kişiyle konuşup anlaşabileceğim. Derecesini birden başlayarak iki ve daha yüksek değerlere yükseltebilen; üç, yedi, on beş ve daha fazla kişinin sağlıklı iletişim kurabildiği İkili Işık Zincirleri oluşturan sosyal dehalara hayranlıkla bakacağım.

....

İnsanın yaşamı neyse, düşleri de odur.

Işık hızında konuştuğumuz yansımalarımız da gerçek dünyadaki varlıklarımız gibi davranıyorlar. Sosyal isek sosyal, utangaçsak utangaç, düşünceliysek düşünceli, duyarlıysak duyarlı olarak ve tüm bencilliklerimizi taşıyarak; aynanın arkasındaki yansımalarımızla buluşup yaşıyoruz.

Bu yeni iletişim dünyasında konuştuğum herkese çok şey borçlu olduğumu düşünüyorum, biliyorum. Hızlı bilgi alışverişi, hızlı değişim getiriyor, insanın zenginliğini ve derinliğini artırıyor. Facebook sayfası ve Sanat Dünyası arkadaşlarımı, LinkedIn bağlantılarımı tanımış olmaktan mutluyum. Yeni iletişim dünyasının bu karmaşık ilişki zincirinde bana destek olan herkese teşekkür etmek istiyorum. 26 Kasım 2019 Cumartesi günü Ankara kitap fuarında Kanguru Yayınları standındaki buluşmamızın güzel izlerinin hep kalmasını diliyorum.

....

Galiba yaşam, ışıktan düşen izleri anlamaya çalışmaktan ibaret. Onlarla kendi dilini bulup, kendi yaşamını yazabilmekten; herkesin kendi yaşamını özgürce yazabileceği dünyalar ve hep birlikte yaşanabilecek bir evren yaratmaktan ibaret. Artık ışık hızında konuşabilen güzel insanların, birbirini bulabilmesinden ibaret.

2000+X "Uzun Bir Arayışın Kısa Öyküsü"